"Bu senin araban mı?"
Gereksiz derecede büyük, oldukça pahalı görünen bir arabanın önündeydik ve rengi yine siyahtı.
Başka ne renk bekliyordum ki?
"Binebilirsin." Tek kelimelik cümleler hariç iletişim kurmuş muyduk biz hiç? "Kemerini bağla." Ama bu kadarı da fazlaydı. "Söylesene, hep emretmekten mi hoşlanırsın?"
Cevap vermedi.
Anahtarı çevirdiği anda radyodan The Beatles - Something şarkısı yükselmeye başladı. Yola çıktık. The Beatles'ın en sevdiğim şarkılarından biriydi ve sözlerini ezbere biliyordum. Şarkıya eşlik etmeye başladım. İlk nakarat bittiği zaman Demir şarkıyı kapattı.
"Hey! Niye kapattın?"
"Emretmenin yanında sessizlikten de hoşlanırım Güneş."
En azından ilk nakaratın sonuna kadar dayanmıştı ve sesime hakaret etmemişti. Bu da Demir Bey için büyük bir gelişmeydi! Geriye iyice yaslanıp dışarıyı izlemeye başladım. Sessizlik içerisinde geçeceğinden emin olduğum yolculuk, beni şaşırtan bu cümleyle tüm tahminleri boşa çıkardı:
"En azından katlanılabilecek bir sesin var."
Demir'den bir iltifat mıydı bu? Tanıştığımızdan beri ilk defa hoş bir şey söylemişti. Teşekkür etmeme fırsat dahi vermeden "Sen kemerini bağlamadın mı?" diye sordu. Çok sert bir çıkıştı. Tekrar hoş gelmişti kaba Demir. Arabayı kenara çekti. "Niye durduk?" diye sorduğumda, "Sen o kemeri bağlamadan hareket etmiyoruz," dedi. Kaza yaptığımız zaman kardeşimin kemeri bağlıydı, anneminki de, babamınki de, benimki de ama bu onları kaybetmeme engel olmamıştı. Bu yüzden artık o kadar da çok takmıyordum. Düşüncemin yanlış olduğunun da farkındaydım. Konuyu daha fazla uzatmak istemedim. "Tamam tamam bağlıyorum," dedim ve kemerimi bağladım. Bana ilk defa güzel bir şey söylemişken tekrar saçmalamasını istemiyordum. Yola devam ettik. Buraları pek bilmiyordum. Halamlara taşındıktan sonra çok gezmemiştim. İlk ay hastanede kaldığımı, birkaç ay da evden çıkamadığımı düşünürsek bu normaldi. Geriye kalan günlerde da hafta sonları garson olarak halamın evine, yani artık benim de evime, yakın olan, Arda'nın babasının kafesinde çalışıyordum. En başta çalışmama izin vermemişlerdi fakat daha sonra ancak çalışırsam kendimi iyi hissedeceğimi söylediğimde izin vermek durumunda kalmışlardı.
Yolun kalanı sessiz geçti. Arabayı iyi kullanıyordu ama yanında biri olmadığında çok daha hızlı kullandığı belli oluyordu, hızlandığını fark ettiği anlarda kasıtlı olarak yavaşlamaya çalışmıştı. Geldiğimiz yer bir alışveriş merkezi değildi. Açık bir alanda, bir sürü yan yana dizayn edilmiş sokak vardı. Hepsi ışık ışıl dükkânlarla doluydu. Buraya hiç gelmemiştim. Zaten epey pahalı bir yere benziyordu. Demir'in ne kadar parası olduğunu merak ettim. Çalışıyor muydu? Ailesi varlıklı mıydı? Arabanın değerinin fazla olduğu tahminini yürüttükten sonra son düşüncemin haklılık payından yana oy kullandım. "Burası neresi?" diye sorduğumda bana bakmadan "Güzel prensesimize yer de beğendiremiyoruz," dedi. Alaycı bir ifadesi vardı. Beni yanlış tanımasını istemiyordum. Güzel prensesmiş... Çok komik.
"Beni takip et," dedi ve önden yürümeye başladı. Neden bu kadar hızlı yürümek zorundaydı? Onun hızına yetişmeye çalışırken birden bacağıma kramp girdi ve yere düştüm. "Si-" küfür edecekken son anda kendimi durdurdum. Benden pek fazla küfür duyamazdınız. Hatta arkadaşlarım, daha doğrusu eskiden arkadaşım dediklerim, benden küfür duydukları zamanlarda şaşırıp "Güneş küfür etti, duydunuz mu?" diye şakasını yaparlardı. Alçının ve iki aylık fizik tedavinin ardından doktorum bacağımın tamamen iyileştiğini, sadece birkaç ay daha zorlamamam gerektiğini söylemişti. Ona yetişmek için bu kadar çaba sarf etmemeliydim. Demir ben düşünce çıkan sesi duyup arkasını döndü. Yerde olduğumu gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Lise
Teen FictionArkadaşlıklar, aşk, aile, okul... Hayatınızda her şey mükemmelken, elinizdekilerin farkına tam olarak varamazsınız... On yedi yaşındaki Güneş, anne babasını ve küçük kardeşini kaybettikten sonra, yaşadığı acıların ardından hayatına devam etmek is...