İlk bölüm ve ilk heyecan... Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin.Hayatım bol şekerli bir fincan türk kahvesi gibiydi. Kimileri çok aşırı bulsa da benim için vazgeçilmezdi. Asrın en önemli icadı olan fincanın elimle o muhteşem uyumu, yaklaştıkça burnuma ziyafet çektiren mistik koku, ağzım ile buluştuğunda kapanan gözlerimle birlikte damağımda hissettiğim inanılmaz tat... İşte benim için yaşamak diye buna denirdi.
İçerken çıkardığım o acayip ses yada fincanı ağzımdan çektiğimde bıyığımda kalan köpük pek de umurumda değildi. Neden bunlara takılıp kendimi yaşamın güzelliklerinden mahrum edeyim ki?! Ne demiş atalarımız kahve buldun mu içeceksin, dayak gördün mü kaçacaksın. Ben de aynen öyle yapmıştım. Mesleğimden ötürü beni alıkoyan organ mafyasına, kaçarak istifayı basmıştım.
Şimdi ise elimde bir telsiz, omuzlarım paslı demir kapıya yaslı, etrafı gözlüyordum. Beynimin arka fondan çaldığı dombra ise kendimi ertuğrul gazinin alpleri gibi hissetmeme neden oluyordu. Gazam mübarek ola! deyip ortaya atılmama az kalmıştı. Tabi onlardan üç beş kat daha minik olmam hesaba katılırsa bu pekte akıllıca bir girişim olmazdı.
Başımı hafif aralıklı kapıya yaklaştırıp etrafı kolaçan ettiğimde, son 10 dakikadır yaptığım gibi telsizin frekans ibresini çevirip yardım isteyebileceğim birilerine ulaşmaya çalıştım. Telsizden gelen o kulak tırmalayıcı ses bir arpa boyu yol alamadığımı haber veriyordu.
Dudaklarımı büküp başımı sağ tarafıma çevirdiğimde umutlu gözleri üzerimde olan topluluğu gördüm. Bakışlarım tahminen on beş yaşlarında olduğunu düşündüğüm bir kız ile çakıştı. Masmavi gözleri gözlerimdeyken hafifçe tebessüm etti. Bu tebessüm beni girdiğim melankolik durumdan çıkarmaya yetti. Ben imkansızlıklara osmanlı tokadı çakan kızdım. Bu durumdan da kurtulurdum evelallah.
Telsizi kulağıma yaklaştırıp tekrardan ibareyi saat yönünde yavaş yavaş çevirmeye başladım. Türk kahvesi aşkına Hadi! Hadi! Cızırtıların arasından bir insan sesi duyduğumda sevinçten neredeyse telsizi öpecektim. Sonra telsizi arakladığım adamın kıllı elleri aklıma geldiğinde buna yapmaktan vazgeçtim. Zavallı dudaklarım bu vahşeti kaldıramazdı.
Frekansı kaybetmemek için telsize tek nefeste konuştuğumda, cümlelerim beynimin karmaşasından kurtulup özgürlüğünü ilan etmişti.
"Sesimi duyan var mı? Yardıma ihtiyacımız var!"
Karşıdan alacağım cevabı kulaklarımı dört açıp beklerken bir kaç saniye sonra tok bir erkek sesi duydum.
"Sizi duyuyoruz. Kimsiniz?"
Soruya hiç düşünmeden cevap verdim.
"Ben yeryüzü doktorlarından Mira Keskinsoy. Alıkonulduğumuz organ mafyasının elinden kaçtık ve şu an boş bir depodayız. Adamlar peşimizdeler. Yardımınıza ihtiyacımız var! Lütfen yerel polise haber verin."
Kendimi tanıtıp derdimi anlattığımda şişko komiserciğimin beni gördüğünde ne kadarda sevineceğini düşündüm. Haftada bir ziyaret etmesem özlüyordu kerata. Kendisi aksini söylese de bence kullandığı o yatıştırıcı ilaçlar hep beni özlediğindendi. Yoksa her hafta farklı bir vukuatla yanına gittiğimden falan değildi canım.
"Tamam! Sakin olun doktor hanım. Biz askeriz. Şimdi yerinizi bildirin."
Asker olduklarını duyduğumda rahat bir nefes aldım. Bu sefer de kefeni yırtmıştım. Darısı ileriki vukuatlarımın başınaydı.
Daha sonra nerede olduğumuz sorusu beynime sinsice sızarken bir kaç saniye duraksamıştım. Kaçarken o kadar panik halindeydim ki nereye saptığımıza dikkat etmemiştim. Sıkıntıyla dudaklarımı sarkıtıp koştuğumuz yolları hatırlamaya çalıştım. Ah! Yol tarifim en az öremediğim örükler kadar berbattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Türkiş
HumorRengarenk yüzüklerle dolu parmaklarının arasında ki antika fincanı elinde bir tur çevirdi. "Hayatın..." "Hayatım pembe tüllerin arasında boğularak sonlanacak değil mi?" Lafını kesmem hoşuna gitmemiş, koyu göz makyajının çevrelediği ürpertici gözleri...