[rip to my youth and you could call this the funeral]

325 14 0
                                    

[Frank Castle]

+ + + + +  

 Sokağın gölgelere boğulmuş tarafı, ağır botlarının asfaltı dövdüğü adamı kolluyordu. Adam elleri kabanının cebinde, boynuna değdikçe bir sıcaklık hissini getiren sakalları ve ensesini okşayan uzun saçlarını kapatan kapişonu altından kafasını eğmiş, sadece yere bakıyordu.

 Gölgelerin karanlığını barındıran gözler boş boş bakıyordu, düşüncelerin silüetleri ya da duyguların ışıltıları artık terk etmişti. Siyah kabanının içerisinde, soğuk geceye göğüs geren Frank Castle ise bunun farkına varalı uzun zaman olmuştu. Soğuktan çatlaklarla bezenmiş elleri ceplerinde ısındıkça uyuşuyordu ve karıncalanmaya başlıyordu ama umursamıyordu. Adımları normal bir hızdaydı.

 Sokak gündüzleri vızır vızır akan caddeye bakıyordu ve fazla da geniş sayılmazdı, dükkanların arka kapılarının baktığı, çöplüklerle dolu, ara girişlerin bulunduğu ıssız bir sokaktı. Oturduğu apartmanın arka kapısının açıldığı bu sokakta yürüyordu, evine çıkan merdivenleri arşınlayacak ve ruhunu yıllar önce yitirmiş küçük evine adım atacaktı. Fakat adımlarını yere mıhlayan ve gölgelerin hareketlerini silikleştiren şey, küçük restoranın kilitli arka kapısından yükselen seslerdi. Tiz sesin sahibinin kadın olduğu anlaşılması çok zor değildi, ancak ondan daha çok korkuyu hissettiren diğer bir ses ne bir kadına ne de bir erkeğe ait olabilirdi.

 Kafasını kaldırdı ve sığındığı gölgelerin altından kilitli kapının önünde sıkıştırılmış aileye baktı. Kahve saçlarının boğuşmaktan dağıldığı kadın ağlıyordu, kendisine hayrı dokunmayan lambaların ışığı altında cılız bir şekilde yanaklarını işaretlemiş gözyaşlarının izleri parlıyordu. Gözleri dolu dolu bakıyordu; korku, endişe, panik ve daha binbir çeşit duygu. O duygular arasında Frank kayboldu, aklına üşüşen anılar bir hortum gibi kafasını darmadağın etmeye başlamıştı bile. Sinirle dişlerini gıcırdatırken arkası kendisine dönük adamın iri yarı bedenine baktı, içinden geçen boynunu koparma isteği öfkesini daha da tetiklemişti. 

 Hızlı adımlarını gölgelerden çekti ve aileye doğru yöneltti, kadının kolları arasında ağlayan çocuğun sesi hem kulaklarını uğuldatıyor, hem de kalbini acıtıyordu. Onlara silahını doğrultmuş adamın bağırışı yükseldi ve karısını arkasına çekerek korumaya çalışan adamın sözlerini bastırdı. Frank ışığın yüzüne çarptığı aile babasının esmer tenini, esmer teninde ışıldayan gri gözlerini ve o gözlere yayılmış korku ile üzüntüye baktı. Karşısındaki adamın silahı göğsünün ortasında, kurşunu salmak için hazırda bekliyordu. Adamın elleri ise siyah bir eldiven altından hareket ediyor, adamın kaba sesi bütün ağlayışları ve çığlıkları katlediyordu.

 "Sana söylemiştim! SANA NE OLACAĞINI SÖYLEMİŞTİM AHBAP!" diye şiddetle bağırdığında silahını adamın göğsüne iyice bastırdı. Bu esmer ve üzüntüyle sarsılan aile babasının nefesini bir anlığına kestiğinde Frank'in göğsünde yükselen acı ve öfke birleşmişti. 

 Adamın ensesinden yakaladığı gibi geriye çekti, esmer adamın gümüşi ışıltısını barındıran gözleri şaşkınlıkla irileşmişti şimdi.

 "Çek o ellerini adamın üzerinden." diyerek yere boylu boyunca serilmiş adama baktı. Adamın gözleri şaşkınlıkla dikilmişti, silahı hala eldivenlerin sardığı parmakları arasında sıkıca tutuyordu. Bir süre suskun kaldı, adamın aksine kahverengi parlayan gözler kısılırken Frank adamın düşüncelerini tahmin edebiliyordu.

 "Castle." dedi. Tanımıştı, televizyonda bas bas bağırılan ve katil olarak adlandırılan Cezalandırıcı'yı tanımıştı. "Bu iş seni ilgilendirmez. Kendi yoluna bak."

smoke and mirrors [one-shots]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin