X - Oghma

84 6 4
                                    

Qsak 28/4M762, Ientra

Konuyu üstelemedim ve eğitimi kabul ettiğimi söyledim. Biraz korktuğumdan biraz da nezaketen sordum "Size nasıl hitap etmemi istersiniz efendim?" Kupasını şöminenin kenarına bıraktı ve ayağa kalkıp başka bir kapıya yöneldi. Orada bir kapı olduğundan haberim bile yoktu. "Amarus yeterli." dedi. "Ama efendim..." demeye kalmadan. "Resmiyete gerek yok evlat. Çok uzun bir süre burada yalnız olacağız." dedi ve kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz cübbesinin pelerini uçuşmaya başladı ve içerisi soğuk bir rüzgarla dolup taştı. Sanki yüzyıllardır dizginlenen bir gücün açığa çıkması gibi. O kapının uzun bir süre açılmadığı belliydi. Kapının önünde açık havada zemini taştan, üçgen bir arena(9) vardı. Havada süzülen kum taneleri ve arenanın köşelerindeki 3 taş sütun bir tapınağı andırıyordu. Arenanın kenarları uçurumdu, çöl altımızdaydı ve kum tanecikleri eşliğinde serin bir rüzgâr bize eşlik ediyordu. Amarus kafasını çevirip: "Hem de çok uzun bir süre." diyerek sözünü bitirdi.

"Hadi gidelim." diyerek arenaya doğru yürümeye başladı. Ben de arkasından yürümeye başladım. Dışarı çıktığım an temiz hava ciğerlerime doldu. Muazzam bir manzaraya tanık oldum. Arenanın bir kenarı yaklaşık 15 metre uzunluğundaydı. İki kişinin antrenman yapması için gayet büyüktü. Zemine kazınmış semboller vardı. İlk bakışta anlamsız semboller olduğunu düşündüm. "Burası Oghma" dedi Amarus. "Bizden önceki büyücülerin kullandığı ve bizden sonrakilerin kullanacağı arena." Amarus öyle dediğinde aklıma geldi. Sürekli zaman büyücüleri diye bahsediyordu. Bizden başka büyücüler de vardı demek ki. "Bizden önce kaç büyücü vardı?" diye sordum. "Bir" dedi. "O kadar az mı yani?" dedim. Başını sallayarak cevap verdi. "Peki o kimdi?" diye sordum. "Ustam." dedi. Amarus gibi birinin ustası olacağı hiç aklıma gelmezdi. "Bu yetenekler ile doğmadım tabi, zamanında benim de bir ustam vardı." diye ekledi.

Amarus çok bilgili biriydi. Zaman ile ilgili yaptığı herhangi bir şeye tanık olmadım ama nesneleri yoktan var ediyordu, taştan duvarı camdan kapıya dönüştürüyordu, kırık camları birleştiriyordu. Kim bilir ustası nasıl biridir. "Ben senin gibi olacak mıyım?" diye sordum. "Bir gün evet." dedi. Özgüvenimin tavan yaptığını hissedebiliyordum.

"Şimdi, neler biliyorsun söyle bakalım. Her seferinde değişebiliyor tam hatırlayamıyorum." dedi. Her seferinde değişiyor derken ne demek istediğini anlayamadım. Hatırlayamıyorum derken de. Ama konumuz bu değildi. "Kan ile kumu kullanmayı biliyorum." dedim. "Gözyaşı?" diye sordu. "Bir kere yanlışlıkla kullandım ama sözlerini bilmiyorum. Nasıl kullandığım hakkında da bir fikrim yok." diye cevap verdim. Sakalını sıvazlamaya başladı. "Sana kelimeleri öğreteceğim. Ama ben söylemeden kullanmayacaksın. Sözlerin tam olarak ne anlama geldiğini ve ne işe yaradığını kavramadan gerçekleştirdiğin sapmalar geri dönüşü olmayan sonuçlar oluşturabilir." diyerek Oghma'nın ortasına doğru yürümeye başladı. "Anladım efendim." Dedim. "Amarus yeterli evlat." dedi. "Anladım Amarus." dedim.

Elini tam Oghma'nın merkezine koydu ve yavaşça kaldırmaya başladı. Aynı zamanda bir kelime söylediğini de duydum, "Laas." Amarus elini kaldırırken elinin altından taştan bir sütun da kalkıyordu. Aniden Oghma'nın köşelerinden sütun halinde ışıklar çıkmaya başladı. Siyah, sarı ve gri olacak şekilde. Zemindeki şekiller hareket etmeye başladı. Sanki bir saatin içindeki çarklar dönmeye başlamış gibi. Her şey sistematik bir şekilde hareket ediyordu. Hemen ardından Oghma'nın içinde ters bir üçgen daha belirdi. Köşeleri kırmızı, turkuaz ve beyaz renkte parlıyordu. Gökyüzüne doğru yükselen 6 ışık sütunu vardı. Üçgenlerin köşelerinden çıkan kırmızı, beyaz, sarı, gri, turkuaz ve beyaz. Hayatımda bu kadar muazzam bir manzara ve görüntüye tanık olmamıştım. Bir yandan hareket eden zemin bir yandan gökyüzüne yükselen ışıklar.

Amarus'un kaldırdığı taş sütun beline geldiğinde Oghma'daki hareketlenme durdu. Taşın üzerinde 6 şişe vardı. Amarus beni yanına çağırdı. Yavaş yavaş yanına gittim. Taşın diğer tarafına geçti ve ellerini arkasında kavuşturup kafasıyla şişeleri işaret etti. Şişeler daire şeklinde duruyordu. Her biri yükselen ışık ile aynı renkteydi.

Amarus konuşmaya başladı: "Zamanı kontrol etmek için 6 nesneden yardım alırız. Üç tanesi toz, üç tanesi sıvı olacak şekilde."

Eliyle kırmızı şişeyi açtı. "Kan yani Xly. Kan fedakârlığın sembolüdür. Zaman katmanları arasında geçişi sağlar, yani mekânsal sapma. Şimdilik anlayacağın dilde zamanda geri gitmeyi sağlar. Sıvıların ilkidir."

Kırmızı şişeyi kapatıp turkuaz şişeyi açtı. "Gözyaşı yani Jult. Gözyaşı pişmanlığın sembolüdür. Belirli zaman aralığında döngü oluşturmayı sağlar. Fakat dengesiz bir zihin ile oluşturulan döngü gecikmelere sebep olabilir. 5 ila 25 dakika arası. Sıvıların ikincisidir."

Turkuaz şişeyi kapatıp beyaz şişeyi açtı. "Su yani Awl. Su akışkanlığın sembolüdür zamanı hızlandırmanı sağlar. Bir nevi zamanda ileri gitmek gibidir. Sıvıların üçüncüsü, aynı zamanda en tehlikelisidir. İznim olmadan kesinlikle kullanmaya kalkışma."

Beyaz şişeyi kapattı ve sarı şişeyi açtı. "Kum yani Nem. Kum özgürlüğün sembolüdür. Başka bir katmana kullandığın sapma ya da içinde bulunduğun döngüyü kırmanı sağlar. Tozların ilkidir. Zaten keşfetmiş olmalısın."

Sarı şişeyi kapatıp gri şişeyi açtı. "Demir yani Kaht. Demir dayanıklılığın sembolüdür. Hareket ettiğin diğer katmandaki benliğini korumanı sağlar. Bunu anlaman için daha çok erken. Tozların ikincisidir."

Gri şişeyi de kapatıp siyah şişeyi açtı. "Taş kömürü yani Hafh. Kömür acının sembolüdür. Limitleri kırmanı sağlar. Sınırsız bir döngü kurmak veya yılları içeren bir mekânsal sapma yapmanı sağlar. Ancak çok güçlü bir zihin gerektirir. Tozların sonuncusu ve en tehlikelisidir." Siyah şişeyi de kapattı ve bana baktı.

Ağzından çıkan tek bir soru ile büyücülük hayatım başlamış oldu: "Hazır mısın evlat?"


9. Boğa güreşi, yarış, oyun vb. gösteriler yapılan alan.

KronografHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin