Gözlerini açtığında büyük koltukta yatıyordu Anka. Elleriyle gözlerini ovuştururken uyuyakaldığı koltuğun bu koltuk olmadığını yeni yeni fark etti. Hep kıvrılıp bir yerde yatmayı severdi ama şuan uyandığı koltuk dünkünden büyüktü. Ayrıca, eliyle üzerini yokladığında kıyafetlerinin de kendisininkiler olmadığını anladı. Birden heyecanla kalktı. Üzerini dün Uzay mı değiştirmişti? Yani bu üzerindekileri kendisinin giydiğini hatırlamıyordu. O halde Uzay giydirmişti işte. Belki de.. ''Belki de Venüs uykum arasında değiştirmeme yardım etmiştir.'' diye geçirdi içinden. Sonra bu düşüncesine ''Saçmalama Anka, aptal mısın kızım. Bir köpekten bahsediyoruz.'' diye karşılık verdi. Kendisi bu sorularıyla boğuşurken Uzay oturma odasına giriş yapmıştı bile.
''Günaydın kelebek. Rahat uyudun mu?''
Anka sormakla sormamak arasında kaldığı soruyu en sonunda ağzından zorla çıkardı.
''Uzay, ben sabah uyanınca üzerimdekilerin benim kıyafetlerim olmadığını fark ettim. Yani, bunlar kimin?''
Aslında soracağı soru tabi ki bu değildi ama bir sonraki soruyu sormak için zemin hazırlıyordu.
''Venüs'ün kıyafetleri.''
''Ha tamam o zaman.''
Birden ikisi de aralarında geçen bu diyaloga kahkahalar atmaya başladılar. Anka utancını gizlemeye çalışsa da yanakları ele veriyordu kendini.
''Onları sana ben mi giydirdim diye merak ediyorsun değil mi?''
Kafasını salladı sadece.
''Hayır, uykundan kaldırdım seni. Birazda zor oldu tabi ama Jean'le yatmana gönlüm el vermedi. Mesela ben kedili pembe pijamalarım olmadan asla uyuyamam.
Gözlerin ayırdı Anka.
''Gerçekten kedili pijamaların mı var, üstelik pembe?
''Hayır.
Anka Uzay'a öldürücü bakışlar atarken Uzay yerinden kalktı ve ellerini ovuşturarak ''Neyse bakalım kelebek, bu evde öyle serbestçe uçmak yok. Kalk kahvaltıya yardım et.'' Dedi.
Anka'nın böyle şeylere eli yatkındı. Babasına çok kahvaltılar hazırlamıştı. Her ne kadar memnun edemese de biliyordu, güzel şeyler yapıyordu. Bunu bizzat annesi söylemişti.
Dün yerini keşfettiği banyoya gitti ve elini yüzünü yıkadı. Bu üzerindeki lacivert sweatshirt kendisine çok yakışmıştı, en azından şuan aynada kendine bakınca bu fikre vardı. Yani altındaki gri salaş eşofmanı saymazsa...
Uzay'ın boyu Anka'dan en az 20 santim uzundu. Eşofmanın paçaları bileğinde kat kat olmuştu.
Nihayet lavabodan çıkıp mutfağa geldiğinde Uzay gülmeye başladı. Gerçekten de eşofman Anka'yı komik gösteriyordu. Kendisi de biliyordu ama Uzay gülünce çok sinir olmuştu.''Sen bugün çok gereksiz şeylere gülüyorsun astronot. Almayayım ayağımın altına!''
Uzay daha da çok gülmeye başladı.
''Pardon da ben ayak falan göremiyorum? Aaa, eşofmanım kapatmış pardon!''
Anka derin bir iç çekerek buzdolabını açtı. Sanırım dünden beri eve karşı ilk samimi hareketi buydu. En alttaki gözlerden birini çekti ve birkaç tane domatesle salatalık aldı, tezgaha koydu. Daha sonra kahvaltılık ne gördüyse hepsini masaya yerleştirdi. Salatalık ve domatesleri büyük bir özenle yıkayıp dilimledi. Bu sırada Uzay masanın başına oturmuş Venüs'ü öpüp okşuyordu.
''Evet kızım. Bu abla bizi böyle domates peynirle kandıracak baksana. Hmm, yemezsin demek. Yani bizi onlarla kandıramaz mı?''
Bu arada da göz ucuyla Anka'ya bakıp sırıtıyordu. Anka onu duymazdan geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANKA [Yitik Bir Gidiş]
ChickLitAnka hayatında bir kere bile bir kitabı bitirmenin mutluluğuna erişememiş, Uzay'da hep astronot olmak istemiş fakat hayallerini kurduğu o uzay mekiğine hiç sahip olamamıştı. Uzay derin bir nefes aldı. ''Ben bugün çok istediğim o uzay mekiğine sah...