"Yetiştirmem gereken bir ödevim var, erkenden çıkıyorum. Sizi seviyorum."
Notu yazdıktan sonra aile fotoğraflarının önüne koydum. Rahat görebilmeleri için.
Evden sessizce çıkıp evlerine en yakın kafeye gittim. Daha yeni yeni açılıyorlardı. Saat daha 08.39 du.
Sadece çayımı içtim. Gerçekten bir şeyler yiyecek mecalim yoktu. Hesabı ödeyip masadan kalktım. Kulaklığımı takıp yürümeye başladım.
Hayır, Oğuzhan'ın yalan söylemesini kafama takmıyordum. Olan olmuştu işte. Yalana gelemezdim, o da bana yalan söylemişti. Mümkün oldukça konuşmayacaktım işte.
****
Kafamı koskocaman Roma hukuku kitabından kaldırdım. Gözlerim ağrımıştı, dinlendirici gözlük de işe yaramıyordu bu saatlerde.
Saat 19.15 di. Ders çalışırken yiyebileceğim şeyleri marketten alıp hemen masamın başına oturmuştum. Saat 11 gibi falan başlamıştım. Eğer bu şekilde çalışmazsanız, önceden de tekrar etmemişseniz vize öncesi ölüyordunuz. Bunu yaşamak istemezdim. Bütün ay boyunca çalışınca vizenin önceki günü sadece okuyup geçiyordum. 2 3 saatimi alıyordu.
Çalan zil sesim beni kitaplardan tamamiyle koparan şey olmuştu.
'Maestro'
Aramayı sessize aldım ve ekranı masaya dönük bir şekilde telefonu koydum.
Gerçekten çok bunalmıştım. Kitaplarımın hepsini toparlayıp laptopu kapattım. Bu masayı toparlamak bile uzun sürecekti. Allah'ım..
Bir daha çalan zil sesiyle ofladım. Açmayan telefon zorlanmaz işte. Ne uğraşıyorsun?
Bu sefer arayan Cenky'di.
"Efendim Cenk."
"Napıyorsun laa?" Arkama yaslandım.
"Hiç, öyle Roma Hukuku, aile falan takılıyoruz. Siz napıyorsunuz?"
"Ooo. Selam söyle. Ece'de selam söylüyormuş. Çok özledim onları da, mutlaka bi ara uğrayacağım." Birazcık güldüm.
"He Cengom sen ne diyecektin?" diye sordum. Telefon konuşmalarının uzun sürmesini pek sevmezdim. İnsanların halimi hatrımı sormak için arayacak halleri yoktu, mutlaka bir amaç vardı ucunda.
"Biz akşam 9 gibi bara gideceğiz. Porto maçı öncesi moral olacak. Eşler falan da geliyor. Sen de gel istiyorsan."
Düşündüğümü belirten bir homurtu çıkardım. Artık hepsini tanıdığım için gitmek istiyordum. Fakat ne Oğuzhan'la uğraşmaya ne de ona bir şeyler anlatmaya mecalim yoktu.
"Yok be Cenky. Ben gelmeyeyim. Çok yoruldum bugün. Erkenden uyurum bu gece."
Sesinde şaşırdığını belli ederek konuştu.
"Sen ve erken yatmak? Ya itiraz etme de gel hadi. Bak Ece o seni kıramaz diye beni arattı. Hadi kızım uzatma da!" Tebessüm ettiğimi belli eden bir ses çıkardım.
"Gelmeyeceeeğim. Hadi size iyi eğlenceler. Ece'yi öp benim yerime." diyerek hemen kapattım telefonu. Gerçekten gitmek istemiyordum, yorulmuştum. Beynim pekmez gibi olmuştu yemin ediyorum. Odamdan çıkıp mutfağa gittim. Kolamı da alıp koltukta rahatça yayıldım.
Bu saatte haberler falan oluyordu. Fox tv de Fatih Portakal'ı gördüm ve onu seyretmeye başladım. Beş on dakika sonra yine ve yine telefon çaldı.
"Efendim Eceeeeee?" diye bağırdım birazcık. Gelmeyecektim işte. İkisi birden arayınca fikrim mi değişecekti sanki?
"Senin neyin var?"