Önceki bölümde: "Sanırım eve pony değil de biblo geldi. " demesiyle oda kahkahalara boğuldu.
Bense hala onlara bakıyordum. Beni oturttular. Yemekte pilav ve saray okulundan hatırladığım enfes soslu tavuk vardı. Sofrada 15 kişi vardı. Kadınlar sanırsam rus kökenli çünkü çok aksanlı konuşuyorlar. Yemekte gırgır şamata derken sessizlik hakim oldu.
Bazısı tebessüm ederek, bazısı ağzı açık, bazısı da düz bir surat ifadesiyle bana bakıyordu. Ben bu huzursuz sessizliği bozmak için, " Eee, ailenizden bahseder misiniz?" dedim. Sarı yeleli mavi gözlü boynuzlu alımlı bir dişi, " Benim adım Kate, aslen rusum ama birkaç yıl önce kocam Frensisco ile evlenmek için buraya yerleştim." dedi. Ardından sanırsam kocası olan pony kalktı. " Ben Frensisco, buranin yerlilerindenim. Karım Kate ile 2 çocuğumuz var: Tim ve Lila." diyerek iki sevimli çocuğu işaret etti. Böyle böyle herkes kendini tanıttı sıra beni buraya getiren pony ye gelmişti.
Kekeliyordu. Ailesi ona kaş göz yapıyordu. O ise yere bakıyordu. Benim gözümdeki kuşkuyu fark etmiş olacak ki derin bir nefes aldı ve yutkundu. "Ben Sombra ben Alman kökenliyim." dedi. Karnım agriyordu. Boğazım düğümlendi. Herkes bana yardım etmeye çalışıyordu. Ben koşarak odama çıktım kapıyı kilitledim. Nasıl oldu da fark etmedim. Ruhumda boşluk hissettim. Beni kaçıran ve beni döven birine aşık olduğumu, sesini beğendiğimi, evinde kaldığımı düşündüm. Ve sanırım yapılacak en iyi şey uyumak. Ve her şeyi unutmak...
Devam edecek...