Jimin, Jungkook'un mesajını görür görmez kalbinin hızlanmasına engel olamadı. Geçen gece ondan erken ayrıldığı için biraz üzgündü ama Jungkook'un mesajıyla tüm üzüntüsü silinmişti. Hızlıca hazırlanmaya başladı. Jungkook eğer 10 dakikaya gelirim demişse kesinlikle gelirdi. Onun kadar dakik biriyle daha önce hiiç tanışmamıştı. Üzerine sadece bir tişört ve en sevdiği yırtık kot pantolonunu geçirip aynanın karşısına geçti. Kalbi neden bu kadar hızlı atıyordu ki? Bu Jungkook ile ilk dışarı çıkışı değildi. Saçlarına şekil verirken gözü aynanın önünde duran bilekliğe takıldı. Anne ve babasının ona son doğum günü hediyesiydi bu bileklik. Bu hediyeyi kendisine verdikten iki gün sonra, Busan'a giderken büyük bir kaza geçirip ikisi de hayatlarını kaybetmişlerdi.
O günler Jimin için atlatması en zor olan günlerdi. Kardeşi yoktu, akrabası da yoktu. Sahip olduğu tek şey ufak arkadaş grubu ve Jungkook'tu. O zor günlerinde Jungkook hep Jimin'in yanındaydı. Geceleri kabuslar görüp uyuyamadığında ona şarkılar söyleyip sıkıca sarılır ve saçlarıyla oynardı. Onun sayesinde yeniden doğmuştu resmen. Yüzünde beliren buruk gülümseme ile birlikte bilekliği dikkatlice aşıp koluna taktı. Kapının çalınmasıyla düşüncelerle dolu olan kafasında sadece Jungkook'un adı yankılanmaya başladı. Hızlı adımlarla kapının önüne vardığında derin bir nefes alıp yavaşça kapıyı araladı.
Jungkook yüzünde ki kocaman tavşan güllümsemesiyle ona bakıyordu. 'Hazır mısınız Bay Park?' Jimin bir şey söylemeden sadece başını salladı ve birlikte kafeye doğru yürümeye başladılar.
Ocak ayında olmalarına rağmen hava çok güzeldi. Jimin tişört seçtiği için memnundu çünkü kazak ya da onun gibi kalın şeyler giyse sıcaktan büyük ihtimalle rahatsız olacak ve Jungkook ile geçen gününden haz alamayacaktı.
Sessizce kafeye gidip iki tane Iced Americano söylediler. 'Hyung kahvelerimizi alıp yolda içelim mi? Seni başka bir yere götürmek istiyorum da?' Jungkook'un ona arada bir hyung demesi hoşuna gidiyordu Jimin'in.
'Olur zaten burası da çok kalabalık bugün.' Gözlerini kısarak gülümsediğinde kahvelerini alıp beraber kafeden ayrıldılar.
Jimin, sonsuzluğa giden bir yolda gibi hissetmişti bir an da kendini. Ama yanında Jungkook varsa her yere gidebilirim diye düşündü. Son köşeyi döndükten sonra Jimin, Jungkook'un onu nereye götürdüğünü anlamıştı. Yol boyunca Jungkook'u izlemekle meşgul olduğundan daha yeni farkında varabilmişti nereye geldiklerinin.
'Hyung ben onları görmek istersin diye düşünmüştüm.' Sesi neredeyse pişmanlık yüklü gibiydi Jungkook'un. Korkuyordu. 'Jungkook ben... ben çok teşekkür ederim.'
Jimin gözlerinden yaşların süzülmesine engel olamadı. 'Jimin, ağlama. Sen ağlayınca canım çok yanıyor biliyorsun değil mi?' Jimin yavaşça başını sallayıp anne ve babasının mezarlarına doğru ilerleyip bakışlarını tekrar Jungkook'a dikti. 'Sakın beni bırakma tamam mı?' Jungkook, Jimin'in daha fazla ağlamasını istemiyordu. neden bilmiyordu ama onu bu şekilde görmek kalbini paramparça ediyordu. Onun yanına gitti ve sıkıca sarıldı. 'Seni asla bırakmam.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little Things -jikook-
Short Story-Jikook Texting- İki kişi arasında olan kakaotalk roleplay konuşmalarıdır. -Ryusu