-On Üçüncü Bölüm.

886 94 62
                                    

Kaç gündür buradaydılar, kaç gündür açtılar ve ne durumdaydılar? Tek bildikleri  zihinlerinin  de en az bedenleri  kadar yorgun olduğuydu. 

Lu Han, Jongin... İkisi de oldukça sessizdi. O kadar sessizlerdi ki sessizlikleri komutanın kulağını tırmalıyordu.

'' Kim Seok Jin bir haindi! ''

Lu Han, sanki ilk kez fark ediyormuşçasına haykırdı yeniden. O hep Seok Jin'i korumaya çalışırdı. Ona değer ve sevgi verirdi... Şimdi neden böylesine kırgın hissediyordu? O çocuğun bu kötü dünyada iyi kalmaya çalışan bir insan olduğunu düşünmüştü hep. Lu Han için Kim Seok Jin, hazan mevsiminde hiç yaprak dökmeyen ağaçtı. O, kendisini o kadar güzel korumuştu ki kötülüklerden...

Yanılmıştı. Ve bu yanılgı, tüm yanılgılarından daha da ağır gelmişti Lu Han'a.

'' Aramızda başka hainler daha varmış, komutan. Sence kim o? ''

Kim Jongin her zaman olduğu gibi pragmatik düşünüyordu. Kim Seok Jin için üzülmüştü ama önüne bakmalıydı. O, her zaman böyle yapardı.

'' Savaş başladı mı? ''

Komutanın en çok merak ettiği buydu. Sahiden de dünya yeniden kana mı bulanacaktı? Daha kaç çocuk, yaşlı, genç, insan ölecekti?

Savaş denildiği zaman ilk akla gelen çocuklar ve yaşlılar olurdu. Komutan insanlık için endişelenirdi hep. Sırf başka topraklarda doğduğu için düşman bilinen genç çocukları düşünürdü. İnsanların eline aldıkları silahla nasıl kendilerini ölüm makinesine dönüştürdüğünü görürdü...

En iyi savaşanlar hiçbir zaman en cesurlar olmazdı. Onlar öylesine cesurlardı ki kendilerini feda ederlerdi ve savaşmaya imkan bulamazlardı. En iyi savaşanlar mutlaka sessiz ve hiçbir işe yaramayanlardı komutana göre. O, savaşın onlara kendilerini kanıtlama gücü verdiğini düşünürdü. Gücü ele alan korkaklar, sanki doğduklarından beri cesurmuşçasına savaşırdı. Komutan bundan hep nefret etmişti.

Savaş kelimesi beş harfliydi ama insana yaşattıkları beş asır silinmezdi hiç kalbinden de aklından da... Seok Jin'i kaybettiği için üzgündü komutan. Onun da diğer ölüm makinelerinden bir farkı kalmamıştı.


Her yer karanlıktı. Üçü de hiçbir şey görememekten dolayı artık hayallerini bile siyah beyaz kurmaya başlamıştı. Lu Han, gezip gördüğü yerleri düşündü. Dünyası o kadar renkliydi ki... Oradan oraya koşardı ve hep... Hep hareket ederdi. Rotası yoktu, canı neresi isterse orası vardı. Gezip gördükçe dünyayı ve insanları çok sevmişti Lu Han. Dünya ve insanlar için başarılı bir asker olmak istiyordu. O hiç diktatör olmayı dilememişti. Hiç Hitler olmak istemezdi mesela... İlla biri olacaksa o hep Hitler'e karşı çıkan adam olmayı dilerdi.

Tarih onu yazmasa bile o pasif direnişi tercih ederdi.

Jongin ise elinden kayan hayatını düşünüyordu. Hiçbir zaman düzenli bir yaşamı olmamıştı. O da hayatı anlık yaşıyordu. Yeri geliyor para kazanmak için iki işte çalışıyor yeri geliyor tüm işleri bırakıp evinde yatıyordu. İnsanları ne çok severdi ne de onlardan nefret ederdi.  Sert bir görüntüsü vardı ve savaşı severdi. Askerlik onun için biçilmiş kaftan olsa bile o emirlere uymayı seven bir tip değildi.

Buraya gelişi bile ailesinin zoruyla olmuştu bir nevi. Ailesiyle de arası pek iyi değildi. Ailesi için sorumsuz bir çocuktu Jongin. Olmasa da olur...

Komutan... Hayal kuramıyordu.

Kapı gıcırtıyla açıldığında, Kim Seok Jin içeriye girmişti. Bembeyaz 'Japon Kraliyet Ailesi' olduğunu belli eden üniforması üzerindeydi. Askerken davrandığı gibi çekingen değildi. Ayakkabısını tok zeminde yankılandırdı ve saçlarını elleri yardımıyla arkaya doğru attı.

EXO & BTS OC │ Ordu.  ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin