Genç kız bu yolu seviyordu. Bindiği otobüs hızla yol alırken; saatte elli kilometre hız ile esen rüzgarın çoşturduğu dalgalar, altlarında kıvrılıp giden, taş çatlasın beş metre aşağıdaki kayalıkları dövüyordu. Su, yosun yeşili bir renk almıştı, annesinden aldığı kendi gözleri gibi.
Şu an kalbi yaşadığı şehre yakınlaşırken sevdiği insanlardan uzaklaşıyordu. Ne demişti bir yazar; sevdiklerimiz ile kalplerimiz arasında görünmeyen ince bağlar vardır ve her ayrılıkta bu bağlar kopar, işte kalbimizin sızlaması bundandır.
Camdaki yansımasına baktı ve gözleri doldu. Sevmiyordu vedaları, burnunda hala babasının güven veren, sarıp sarmalayan kokusu vardı. Sekiz saatlik yol, havada kızıl hareler oluşmaya başladığında Ankara Şehirler Arası Otobüs işletmelerinde nam-ı diğer AŞTİ de son buldu.
Şubat havası kendini gösteriyordu, genç kız sırt çantasında taşıdığı atkı ve beresini otogardan çıkmadan taktı, burası Ankara'ydı. İstanbulluların sevmediği ama uzaklaştığınız an, her Ankaralı'nın burnunda tüten şehir. Metro ile Kızılay'a ve oradan da Aydınlık tarafına, evine geçmeyi düşündü. Arkadaşlarına geleceğini haber vermemişti. Yüksel durağına sırt çantası elinde çıktığında, gözlerinin dolmasına engel olamadı.
-Lanet olsun... Yeter artık kızım, kendine gel.
Ankara hala içini acıtıyordu. Aradan koskoca bir buçuk yıl geçmişti. Unutamamış mıydı? Aslında belki de unutamadığı o değil, kendine yaptıklarıydı. Her köşesinde bir hatıranın olduğu şehir hele ki uzun bir ayrılıktan sonra kapısını çaldıysan, seni en zayıf yanından yine anılarınla vuruyordu.
Otobüsünü beklerken bu şehre adım attığı ilk günü düşündü. Rüya, babasının ve annesinin tek kızı, sevgi içinde büyümüş, dünyalar güzeli bir can parçası. Bir de cam parçası vardı tabi, kardeşi. İlk defa kendi kanatları ile uçacaktı, başarmıştı annesinin gözünün nuru. İlk bir yıl aşık oldu bu şehre, birinci yılın sonunda da şehrin içinden birine. Ya da o aşk zannetti. Bilemezdi, tanıyamazdı yabancısı olduğu duyguları.
Yalnızlığın içinde el uzatan çok olmuştu elbette fakat birisi farklıydı sanki. Gönlünü yakın hissetti, belki de babasını özlemişti, onun sıcaklığını aradı. O sıcaklık bir anda kaybolunca da ciğerlerine kadar üşüdü, ayak parmakları donmaya başladı. Donarak ölüm en tatlı ölüm derlerdi de inanmazdı. Sırasıyla her aşamayı yaşadı, isyan etti, kabullenemedi, kabullendi, acı çekti, nefret etti, özledi, en sonunda tatlı bir hissizlik sardı her yanını. En kötüsü de buydu işte. Bu hissizlik, nefret bile etmemek.
Bir insandan nefret bile etmiyorsanız dönülmez yolun sonuna gelmiş ve paralel evrene geçmişsiniz demektir. O defter kapanır, bir daha aynı insan olmazsınız asla. Belki de gözlerini dolduran eski Rüya'yı kaybetmek ve bir daha bulamayacak olmaktı.
Düşünceler içinde durağına geldiğini gördü ve koltuğundan kalkarak, şoförü inecek yolcu olduğu konusunda uyaran düğmeye baştı. Evinin iki sokak aşağısında indi ve yürümeye başladı. Özlemişti evini, arkadaşlarını. Telefonunu çıkararak hemen Peri'ye mesaj attı.
-Yavru kuşum, ben geldim!
-Oha kızım, şimdi haber verilir, neredesin?
-Eve giriyorum şimdi. Sen neredesin?
-Gül ile Kızılay'dayız. Dur annemleri arıyorum, geliyoruz!!
-Ok bebek. Bekliyorum, ÖZLEDİM.
-Ananı... İnsan haber eder evi ısıtırdık, donacak kıçın Antalya'dan sonra.
-Ben donmam kızım, alışığım.
Rüya, Peri, Gül, Yaprak ve kıymetlileri Aman. Rüya'nın buradaki ailesi, canları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZELİM / RAFLARDA
RomanceRüya, geçmişin izlerini silmekte zorlanan genç bir kızdır. Korkuları yüzünden karşısına çıkan nefes kesici adamdan uzak durmaya çalışsa da ruhu ateş almıştır. Tutkulu birliktelikleri aslında aşık olduğu adamı hiç tanımadığını fark ettiğinde keskin b...