Arkadaşlar öncelikle söylemek istediğim bir şey var. Ben iki senedir bu romanın kurgusunu düşünüyorum ve artık kurguyu tamamladım ve gerçekten çok heyecan verici olacak bana güvenebilirsiniz. Çünkü arkadaşlarıma, aileme bu kurguyu anlattığım her seferinde onları boşverin kendim bile etkileniyorum.Son olarak eğer bir yazar kendi kitabını defalarca okuyup defalarca etkileyebiliyorsa bu okuyucu için çok şey demektir...
Hepinizi çok seviyorum ilk bölüm altta. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
İyi okumalar...
Yatakta yavaşça doğrulup umutsuzca telefonu kapatan Ömer'e baktım. Yine işten çağırıldığına emindim. Bu telefonlar hep tam zamanında gelirdi.
Bana teessür ve sorumlulukla baktı. Yatağın yanına oturup yanağımı okşadı.
"Özür dilerim. Gitmeliyim, biliyorsun bana gerçekten ihtiyaçları olmasalar çağırmazlar toplantıya." dedi. Gözlerimi ondan kaçırıp 'anlıyorum' anlamında kafamı salladım. Yataktan kalkıp şifonyerimdeki gece mavisi ropdöşambırımı üzerime geçirdim. Ömer üzerine iş kıyafetlerini giyinip iş çantasını aldı veelini belime koydu, kapıya doğru ilerledik. Kapıyı açtı ve dudaklarıma kondurduğu küçük buse ile teselli etmek istercesine bana gülümsedi. O gülümsediğinde ortaya çıkan ağız kenarlarındaki kıvrımları yemek istiyordum. O bir tek kızlarda olurdu hayvan! Ama mutlu değildim işte anlayın. Her güzel gecenin başlamadan böyle bitmesinden artık sıkılmıştım. Babam bir şeyler yapamaz mıydı bu toplantı durumlarında kızı için... Ömer'e biraz tolerans tanısa.
Ona karşılık olarak gülümsemeye zorladım kendimi. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, amili her neyse, bir yağmur damlasının gazabına uğramış yavru karınca gibi hissetmeme neden olmuştu. Geçen gün benim isteğimle kendine aldığı siyah deri iş botlarını ayağına geçirirken ben de vestiyerdeki siyah şemsiyeyi alıp ona uzattım. Ömer'in şemsiyeyi açıp arabaya doğru ilerleyişini izledim sakince.
"Üşüteceksin gir içeri Balım." deyince ister istemez küçük bir çocuk gibi hissettim kendimi. Sözünü dinleyip kapıyı kapattım. Ama yirmi iki yaşındaydım ve istesem de o pare pare kaybettiğim çocukluğuma bir daha asla geri dönemezdim...
Çıplak ayaklarımı soğuk parkelere şak şak vurarak yatak odasına gidip röpdöşambırımı çıkarıp üzerime rahat bir bluz ve tayt giydim. Evet ben rahat olsun diye eşofman gidenlerden değildim. Acayip derecede eşofman takıntım vardı. Onun koltuğa oturduğumda bacaklarımdan sıyrılarak açılması veya evde dolaşırken sallanarak bacaklarıma değmesi beni rahatsız ediyordu. Kısacası bol şeyleri sevmiyordum.
Yatağın bir ucuna oturdum.Hayat çok boştu, en azından benim için... Dört duvar arasına sıkışıp kalmıştım. Zaman geçmek bilmiyordu. Uykum yoktu. Ömer gelene kadar yatmayacaktım. Etrafıma amaçsızca bakındım. İşsiz işsiz yapacak hiçbir şey olmadan evde oturmak çok zordu. Artık hayatımda bir değişikliğe ihtiyacım olduğunun farkındaydım. Duvarların rengini mi değiştirseydim ya da mobilyaları... Bunlar çok saçma geliyordu. Birkaç günlük mutluluk getirecek bir değişikliğin anlamı neydi ki?
Derin bir nefes alıp yavaşça verirken gözlerim kitaplığımdaki sandıkta tutuklu kaldı. Yataktan kalktım ve ayaklarım istemsizce beni onun yanına taşıdı. Ellerimi onu almak için uzattığımda titrediğini fark ettim. Yere bağdaş kurup sandığın şifre bölümüne yüz kaslarımı hafiften sıkarak baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçış
Teen FictionOnun için hayat sanıldığı kadar kolay değildi. Çığlık atamazdı korktuğunda, ya da kendini savunamazdı herhangi bir konuda, düşüncelerini haykıramazdı hatta ve en acısı; küçük kızının ondan öğreneceği çok şeyi varken onun sesi yoktu... Neden biliyor...