Unuttuğumu sanmıştım. Ama galiba zaman ilaç olmuyordu. Sadece büyük bir kayıptı. Yaşamak zorunda olduklarını erteliyordun. Açılan yara kabuk bağlıyordu ama o anları hatırlatacak illaki bir şeyler oluyordu. Yarayı derinden deşmeye yarayan...Çocukken her şey çok güzeldi. Dertsiz tasasız mutluluklarla dolu sevdiğimin gözleri kadar masmavi bir dünya. Açılmak pek zor olmamıştı o masmavi deryalara. Küçük bir öpücük kondurmuştum üstünden yedi yaşındaki bir kızın masumiyeti akan pespembe yanaklarına ve o günki bana gülümseyişinden sonra fazla söze gerek yoktu birbirimizi sevdiğimizi anlamamız için. İyi arkadaşlardık ilkokulda. Adını bilmediğimiz ama nedenini bildiğimiz bir arkadaşlıktı. Birlikte güler birlikte eğlenir birlikte planlar kurardık küçük aklımızla. Birbirimizden başka neredeyse hiç arkadaşımız yoktu.
Ortaokulda ise bazı şeyler netleşmeye başlamıştı. Arkadaşların birbirimizle yakıştırma yorumları, insanlardan uzak düşme sorunları, onun benden uzaklaşmasını sağlamıştı. Sanki aramızdaki şey bilinmiyormuş gibi ve sanki girdiğimiz ilişki dört yıl sonra tazelenmezse unutulacakmış gibiydi. Kendine bir arkadaş grubu kurmuştu. Popüler kızlardan biri olmuştu. Onu öylece seviyordum, öylece yüzüne hiç bakmadan, yanına yaklaşmadan. Erkeklerin karmaşık dünyasında bir gün biriyle, bir gün ötekiyle anlaşıyordum. Ortaokuldaki ilk senem Mecnun gibi geçti. Kendi kendime dert üretiyor, kendi derdime yanıyordum. Arkasından bakıp bir de her defasında sınavlarda okul birincisi olmasını izlemekten başka bir işim yoktu. Yaz tatilinde her nasılsa onu unutmuş gibiydim. En azından her gece onu düşünerek uyumaktan sıkılmıştım. Altıncı sınıfa nasıl başlayacağımın ince ince planlarını kurmuştum. Okul açıldığında ilgi alanım genişlemişti. Hem ders dinliyor, hem kızlarla şakalaşıyor hem de basketbola tutunmuştum. Deneme sınavında da ikinci olmamla Belgin'in yandan yandan bana baktığını fark etmiştim. Ve tam unuttum derken yeniden 'acaba' umuduyla içimde bir şeyler kıvılcımlanmaya başlamıştı. Gelgelelim hoca bizi sonradan arka arkaya oturtturmuştu ki arkaya dönüp sürekli beni tersliyordu. Ben ise aramız açılmasın diye ona karşılık vermek yerine iyi davranmaya çalıştım. Eski sıkıntılarım yeniden beni ele geçirmeye çalışıyordu. Sanki yolumdaki korlara az daha kendimi bıraksam yanıp tutuşacak, sanki içinden çıkılamayacak ateşten ağlara kapılıp yarı sarhoş hayatımı sürdürecektim. Yaşamadan, aklımda hep onunla... Bir elini tutsam asla bırakmayacaktım. Bunun için her gün Allah'a dua ediyordum. Ne olur bir kez aramızda bir şey olsa... Ve sanki giderek işi çıkmaza sokuyor, deli divaneymiş gibi hissediyor ergenliğimi zirvelerde yaşıyordum.
Okulun başlamasından iki ay sonra onun servisçisinin işi bıraktığını öğrendiğimde o kadar dua etmiştim ki bizim servise gelsin diye, sonunda oldu. Ama çocuktuk ya işte, bu sefer de kızlar ve erkekler kavga etmeye başlamıştı arka dörtlü koltuk için. Saç başa... Herkes hızlı koşup koltuğu kızlara veya erkeklere kapmaya çalışıyordu. Her kolumu cırmaladığında mutlu oluyordum bir yandan. Ama bu gidişle ona açılmam imkansızlaşıyordu. Ve en sonunda Belgin'in çok güçlü olduğunu ve bizimle arkaya oturması gerektiğini söylediğimde yüzüme gülümseyişinde kendi zaferimi gördüm. O gülümsemeyi hayran hayran yıllardır izleyebileceğimi düşünürdüm.
Arkada üç erkek ve Belgin'le oturuyorduk. Ama açılan ben olmadım. O da olmadı. Ben cam kenarında Belgin de benim yanımda otururken diğer taraftaki arkadaşım birden ne olduğunu anlamadığım bir anda benim elimi alıp Belgin'in elinin üzerine koydu. Çekmedim, öylece baktım Belgin'e. 'Bence siz çok yakışıyorsunuz.' dedi. Belgin anlamayarak bana baktı. İçimden geldiği o anda 'Bence de' dedim yüksek sesle ve elimi çektim. Konuşmadık. Diğer gün ona bir kağıt yazıp ders kitabının arasına koydum. Tırnaklarıma kadar titriyordum heyecandan. Sürekli onu izledim. Gün sonunda arkasına dönüp o kağıdı bana uzattı. Gülümseyerek 'biliyodum' dedi. Ben de gülümsedim. Ama şaşırmıştım. Demek ki çok belli ediyordum. Belki de o da beni izliyordu sürekli. Okul çıkışı çantasını toplarken onunla bakıştık uzun uzun. Servise birlikte yürüdük hiç konuşmadan. Tuhaf geldi. Sanırım ne ben ne yapacağımı biliyordum ya da o... En sonunda servisin yanında durdu bana baktı ve en doğal, en güzel haliyle güldü sokak lambasının loş ışığında. Servise girip öne oturdu. Ben biraz kötü hissetmiştim kendimi arkaya artık oturmayacak ve bir daha benle konuşmayacak diye. O an keşke hiç bunu söylememiş olmayı diledim. İçimden kendime onlarca küfür savurdum.
"Baran, yanıma gelsene!" O an bu cümleyi duyana kadar. Arkamı dönüp yutkundum. Sessizce gidip yanına oturdum. Öylece hiç bir şey olmadan bekledik uzun süre diyebilirim. Başını cama çevirmiş dışarıyı izliyordu. Ben konuşayım dedim en sonunda. Cevabını sordum. Bütün o popülerliği, ters cevaplılığı, insanlara yandan bakmaları felan hepsi gitmiş; bütün masumiyetiyle yanakları kızarmıştı.
"Ben de seni seviyorum." demişti. O an gerçekten ama gerçekten dünyanın en mutlu çocuğu olduğuma emindim ve inanamıyordum bunca olanlara. Hak edecek ne yaptığımı düşünüyordum. Sadece bana verilen bu güzel şeyin çabucak elimden alınmasından korkuyor her gün sanki elimdeki bir nimetmiş gibi şükrediyordum. Yetmezmiş gibi bir de kaybetme korkusu sarmıştı bedenimi. Korkarak konuşuyordum canını yakmamak için, benden sıkılmaması içinse az konuşuyordum. Sonra fark ettim ki ben ona güvenmiyordum. Sevgi böyle olmazdı. Kendi hislerimden emindim, bu nedenle onun benden ayrılmasının tek nedeni onun hisleri olurdu. Yani ben ona güvenecek kadar onu tanımadığımı fark ettim. Bir çok şey yaptım sürekli birlikte olalım diye. Her beden dersinde birlikte basketbol oynadık. Teneffüslerde kovalamacaya başladık, derslerde arka arkaya sürekli konuşuyorduk. Diğer insanlardan soyutlanana kadar bütün okul zamanımızı birlikte geçirdik. Çok duymak istediği sözün fazlasını duydum ondan. "Senden hayatımın sonuna kadar ayrılmak istemiyorum." dedi Belgin. Dertlerim bitmişti. Çok güzeldi her şey... Asla sıkılmayacağım dostluk gibi bir sevgililik geliştirmiştik. Ailelerimizin haberi yoktu. Olamazdı. Abimin vardı tabi. Her gün Belgin'le beni görüyordu okulda, serviste... Hatta konuşuyorlardı bile. Abimin de sevgilisi olduğundan bu durum ailemin kulağına gitmeyecekti. Aslında gitse de çok bir şey olacağını düşünmüyordum. Sadece gereğinden daha az ders çalışma sebebim o olduğu için bu onaylanmayabilirdi. Ama tabiki Belgin'in ailesi için aynı şey söylenemezdi. Onlar bir kız anne-babası olarak haklıydılar.
Sekizinci sınıfta çok çalışmıştım. İyi bir puan alıp Belgin'le aynı özel okula yerleşmeyi ise başarmıştım. Lise ortaokuldan çok farklı bir ortamdı. Onu düşünecek hemen hemen hiç vaktim olmuyordu. Farklı sınıflardaydık. Belki bu daha iyiydi aramızdaki bağların bozulmaması için. Ama çok az konuşacak zaman buluyorduk. Çünkü tek buluşabileceğimiz tenefüsleri de de arkadaş ortamımızda geçirmemiz gerekiyordu. Sadece yemek saatlerinde ve bazı hafta sonları buluşabiliyorduk. Lise onu oldukça içine kapanık ve sessiz biri yapmıştı. Eski halinden eser yoktu. Ama sanki bana daha yakın, aramızda gizli saklı pek bir şey yokmuş gibiydi. Oldukça olgun ve kibardı. Lise sonda biraz aramız bozulmuştu. Zengin bir kız vardı, Busem... Hiç sevmiyordum, aynı dershanede ve aynı sınıfta olduğumuzun arkasına sığınıyor ve Belgin'e benim arkamdan atıp tutuyordu. Bana ise sürekli beni sevdiğinden bahsediyordu ve benim de onu sevdiğime kendini inandırmıştı. Ondan elimde olduğunca uzak durmaya çalışmıştım.
Bir gün okulun düzenlediği bir akşam yemeği için ayarlanan restorana gelmiştik. Belgin'in üzerinde bebek mavisi kısa bir elbise vardı. Dudaklarında pespembe bir ruj ve gözlerinin maviliklerini açığa çıkaran koyu mavi bir göz kalemi sürmüştü. Sürdüğü rimel kirpiklerini olmadığı kadar büyütmüş küçük kömür parçacıklarına benzetmişti. Saçlarını doğal halinden daha da dalgalı yapmış ve açık bırakmıştı. Oldukça kadınsı duruyordu. O gün her zamankinden daha güzel geldi gözüme. Büyük bir değişiklik vardı üzerinde. Hızlı bir olgunluk süreci gibiydi. Baygın bakışlarla bana baktı. Elindeki zincirli lacivert çantasını sallayıp kaşlarını kaldırdı. "Bu gece başbaşa takılalım mı?" dedi. Anlamamıştım. "Nasıl?" diye sordum.
"Dışarı çıkalım!" dedi. Bu zamanın bir daha bulunamayacağını düşünerek gülümsedim.
"Olur!"
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçış
Teen FictionOnun için hayat sanıldığı kadar kolay değildi. Çığlık atamazdı korktuğunda, ya da kendini savunamazdı herhangi bir konuda, düşüncelerini haykıramazdı hatta ve en acısı; küçük kızının ondan öğreneceği çok şeyi varken onun sesi yoktu... Neden biliyor...