O gece üç dört saat içinde bitmişti nihayetinde ve kendimi birden tarifsiz duygular içinde bulmuş, girdiğim tuhaf duygulardan kurtulmak için duşun altına sokmuştum. Tepeden tırnağa titriyordum. Garip hissediyordum. Tek umudum yarın sabah karşılaşacağım sevgilimin yaptığımız şeyden pişman görünmemesiydi. Eskisi gibi masum bir şekilde devam edebilirdik belki. O gece hiç uyuyamadım. Gelgelelim sabah hiçbir şey olmamış gibiydi. Dün geceyi tek anımsatan Belgin'in yanaklarındaki kızarıklıktı. Sonuçta yaşananları birkaç hafta içinde ben bile unutmuştum ve gayet normal bir hayat sürüyorduk. Çoğunlukla birlikte yaptığımız eylem ders çalışmak olmuştu. Gelecekte birbirimizi kaybetmemek için artık önümüzde son bir yol vardı. Aynı üniversitenin yolu. Bunun için elimizden geldiğince çalıştık. Yeri geldi birbirimizi de unuttuk. Ve yine bunu birbirimiz için yapmıştık. Ama yıllarımızı, emeklerimizi, sevgimizi adadığımız bu aşkta son noktayı sağ olsun okulun son günleri sınıfın ortasında ağlayarak benden hamile kaldığını açıklayarak Busem koymuştu. Benim anladığım tek şey Busem'in bir şizofren olduğuydu, oysa herkes anlayacağını anlamıştı. Belgin'de... Öyle bir şey yok diye inkar edemedim. Bana inanmazlardı. Ya da inkar edecek bir zamanım olmamıştı. Belgin o günden sonra bir daha asla gelmemişti ve karşılaşmamıştık. Telefonuna ulaşamıyordum. Evlerinin yolunu bilmiyordum. Koca Adana'da denk gelmek ise imkansızdı.
Sınavdan önce bunları düşünmemek için elimden geleni yaptım. Busem'in her yerden engellemiştim. Bana saçma sapan sorular soran arkadaşlarımı da Ama mahvolmuştum. Derslere konsantre olamıyordum. Son sınavdan bir hafta önce kafamdan tüm kötü şeyleri atmak için kendimi yoğun bir şekilde iyi bir üniversiteyi kazanmaya odakladım. Belki karşılaşırız diye. İstanbul'da Fen Edebiyat Fakültesi psikoloji bölümünü kazandım. Ama Belgin'den hiç haber alamadım. Hayatından tamamen çıkmış olmalıydım. Ama o benim hayatımdan asla... Arada bir sosyal medya hesaplarını arardım. Ama hiçbir iz yoktu. Engellemiş olmalıydı. Elimden geldiğince onu unutmaya çalıştım. Ama karşıma çıkan hiçbir kızda onu bulamadım. Sanki kriterlerimde tek bir özellik uygundu, o da her şeyiyle Belgin olmasıydı.
Yıllar sonra ancak işe girdiğimde bir kızı gerçekten sevebildim. Onu da hayat karşıma hiç tahmin etmeyeceğim yerden çıkardı. O sırada abim bi film setinde yönetmenlik yapıyordu ve hastanede geçmesi gereken bir sahne vardı. Benden çok yardım istedi. Yöneticiyle felan konuşulup uygun bir ödenek karşılığında hastanenin birkaç odasını kullanmaları sağlanmıştı. Başroldeki kahverengi gözlü, kahverengi saçlı biçimli kırmızı dudaklı güzel kız, Karan'ın kardeşi olduğum için bana yakın davranıyordu. Burçe'nin kişiliğini, mizahi zekâsını oldukça beğenmiştim. Birkaç gün hastane çekim aralarında yanıma geliyor onunla konuşacak hiçbir şeyim olmamasına rağmen illa çekici bir konu bulup açıyor, uzun uzun sohbet etmemizi sağlıyordu. Birkaç gün içinde onu epey tanıma fırsatım olmuştu. Oldukça pozitif bir insandı. Herkesin derdini dinlerdim ama beni dinleyen bir tek o vardı. Çekimler bitse de ilişkimizi sürdürüyorduk aramızda bir şeyler olduğunun farkındaydık. Çekim sonrası bazen geceleri restoranda takılırdık. İşte o gecelerden birinde geçmişimi açıklama fırsatı bulmuştum.
"Yıllardır rüya görmüyordum, belki de rüyalar artık benim için anlamsız olmuştu." dedim boş şarap kadehine gözlerimi dikerek.
"İyi yaa, rüyalarını gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır." Yumuşacık sesiyle takma olamayacak kadar güzel kirpiklerini kırpıştırarak gözlerini anlayışla bana dikti. Sessizce güldüm.
"Haklısın. Benim artık rüyalara ihtiyacım yok." Masadaki naif elleri avucumun içine aldım.
"Ben..." dedim biraz da ağzımdan yanlış bir kelime çıkar da onu incitirim diye korkarak. "Çocukken bir kıza aşık olmuştum." Mavi ışık altında renkli gibi duran gözlerinde anlatmamı engelleyecek bir şeyler aradım. Yoktu... "O da beni seviyordu. İnanabiliyor musun? Bu ilişki lisenin sonuna kadar sürdü. Ama lisenin sonunda benim üzerime büyük bir iftira atıldı. Ve o günden sonra hiç konuşamadık, belirsizlik içinde beni bırakıp gitti. O olaydan sonra kendime gelememiştim. Uzun süre... Hiçbir kızdan onun gibi hoşlanmadım. Zaten ondan sonra hayal kurmak bile sıkıcı gelmeye başlamıştı. Neden hayatı kendime bu kadar zehir ettim bilmiyo-"
"Bazı şeyler nedensiz de anlamlıdır..." diyerek sözümü kesti. "Neden aradığın zaman işte böyle güzelliğini yitirirsin." Anlamsızca baktım.
"Bu... Hayatı zehir etmek değil, çok güzel bir anıdır sevgi. Onu hatırlamak aklından çıkaramamak senin ne kadar sadık bir insan olduğunu gösterir." Derin bir nefes verdim.
"Ama." dedim. "Seni tanıdıktan sonra hayata geri dönmeye başladığımı anladım. Mutluluk asla bitmeyen tek şeydir... Biri biter diğeri başlar. Ama ben mutluluğun bir zamanlar kapanan kapılarının arkasından çok bakmışım. Oysaki mutluluğun kapısı yeni açılıyormuş"
Masaya eğilip koyu kahverengi buklelerini bir kulağının arkasına yerleştirip vişne rengi dudaklarına baktım. "Ben seninle mutluluklarla dolu sonsuz bir hayata başlamak istiyorum..."
Yatakta sıkıntıyla pencere tarafına döndüm. Düşünmekten, zihnime dolan onca anıdan uyuyamamıştım hiç. Şu işe bakın ki her şey yeniden canlanıyordu zihnimde. Bir fırtına dalgası yakalamıştı bedenimi ve direnmek için ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Ben Burçe'yi çok seviyordum. Ve ona bir söz vermiştim. Ne olursa olsun bu sözden dönemezdim. Onu kandıramazdım. O iyi bir insandı. Belgin'le bir sonumuz olamayacağını ise artık daha iyi anlamam gerekmiyor muydu? O evliydi, evli... Evli olması benim için bir anlam ifade etmiyor gibiydi. Olmuyordu işte, çıkartamıyordum aklımdan. Aşk başka şeydi, sevmek başka şey. Ve ben ona aşıktım bir zamanlar. Kahretsin, aşkın zamanı olur muydu? Aşk bir taneydi, aşk ebedîydi... Belki de sonsuz olan tek kavramdı. Mutlu veya mutsuz hep sürerdi. Sevgi ölürdü kısa zamanda, kavuştuğun anda tükenmeye başlardı sevgi. Çünkü sevgilinin aslında hayallerinde yaşattığın gibi olmadığını anlardın.Tamam hiçbir şey olmamış gibi yola devam edebilmek benim elimdeydi. Çünkü zaten Belgin yıllar önce sorgusuz sualsiz beni bir çırpıda silip atabilmişti hayatından. Hiçbir darbe öldürmezdi. Burçe ile hayatıma boğazımda kalan sadece bir yumru ile devam edebilirdim. Ama ya o küçük kız gerçekten benim çocuğumsa -ki Belgin'in başkasıyla böyle bir şey yapmayacağı konusunda ona güveniyordum- benim açımdan her şey değişiyordu. Çocuğumun başka birine baba demesine tanık olmak asla istemezdim. Ama işler çok karışıktı. Kızımın birden hayatına girip düzenini bozmayı, ailesinin dağılmasını, kafasının karışmasını istemezdim. Üzerimde büyük sorumluk duygusu olduğunu hissettim. İlk çocuğumun başkasının elinde büyümesi, istediklerinin karşılığını yine başkasının elinden alması pek tahammül edilecek türden bir şey değildi. İlk baba olduğum günü, çoktan kaybetmiş olmak...
Gözlerimin hafiften dolmasıyla T-shirt'ümün koluyla gözlerimi sildim. Derin bir nefes alıp yatakta diğer tarafa döndüğüm sırada uyanmış beni izleyen abimle göz göze geldik.
"Dünden beri uyuyamadığının farkındayım." Boş boş bakıp yerimde doğruldum.
"En başından beri Burçe'nin yanlış bir seçim olduğunu sana söylüyorum Baran." dedi çok bilmiş bir tavırla.
"Burçe'nin Belgin'in kardeşi olduğunu bilemezdim. Ayrıca Burçe'de bana yanlış gelen bir şey yok ben onu seviyorum!" deyip sinirle kalktım yataktan.
"Tamam niye sinirlendin?" dedi abim gülerek. Kapıyı açıp mutfağa gittim. Bir bardak su içip geri dönerken bir fısıltı duydum.
"Baran!" diye sesleniyordu Burçe odasından. Dalgın bir şekilde dönüp ona baktım. Eliyle odasını işaret edip "Gelsene." dedi. Odasına girdim. Kadife kırmızı geceliğinin içinde küçücük bir genç kız gibi duruyordu. Onda o an Belgin'le bir benzerlik aradım. Göz altları hep yüzünden çıkmayan makyajını sildiği için yorgun görünüyordu. Sanki göz kabuğu fazla beyazlaşmıştı. Soluk duran yüzünde kahverengi gözlerin rengi daha da açılmıştı. Kıvırcığa yakın dalgalı saçları çok doğal bir şekilde omzundan aşağı dökülüyordu. Belgin'i andıran hiçbir yönü yoktu.
"Otursana!" dedi yatağının yanındaki koltuğu işaret ederek. Oturdu ve kollarımdan tutup beni de koltuğa çekti.
"Dün gece hiç uyuyamadım. Çok heyecanlıyım." Bakışlarını kaçırıp gülümsedim.
"Ben de... Bugün burada mıyız?" diye sordum. Gözlerimin içine beklentilerle baktı.
"Sevgilim... Bu sabah başbaşa kahvaltıya gidelim mi?" dedi yumuşacık sesiyle. Masum bakışları yüreğimi okşuyordu. Ben de gülümseyip onun yanağını okşadım.
"Tamam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçış
Teen FictionOnun için hayat sanıldığı kadar kolay değildi. Çığlık atamazdı korktuğunda, ya da kendini savunamazdı herhangi bir konuda, düşüncelerini haykıramazdı hatta ve en acısı; küçük kızının ondan öğreneceği çok şeyi varken onun sesi yoktu... Neden biliyor...