cinque 🌺

703 82 29
                                    

Bölüm şarkısı: Fleurie - Hurts like hell

Bölüm şarkısı: Fleurie - Hurts like hell

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Bazen ne kadar uğraşırsak uğraşalım, istediğimiz şeyi bir türlü elde edemiyorduk. Kaderin önümüze koyduğu taşları yoldan çekmeye çalışırken durmadan yenileri ekleniyordu.
Sanki kader hiç yorulmuyordu bizimle uğraşırken.
Sanki bizi yiyip bitiren sigaraların farkında değildi.
Sanki hiç sorunumuz yoktu gözünde.
Sanki kırık umutlar, parçalanmış hayaller ve fosforlu kalemle karalanmış rengarenk mutluluklar ezmiyordu çocuk kalmış yüreğimizi.

İsyankar ruhum elimdeki sigaraya alayla baktı.
Hiçbir işe yaramıyordu ama onsuz da olmuyordu. Zehirdi işte.
Kanımın içine isteyerek verdiğim zehir.
Hayatımdaki bir parça yerine oturuyor derken başka bir parçayı devirip yerinden oynatıyordum.
Benim hayatım buydu işte.
Hiçbir şeyin olması gerektiği gibi olmadığı bir yağmur ormanı.

Zordu.

Bana bu yağmur ormanındaki hayatımı unutturabilen tek şey bana çok uzak olan güneşti.
Güneşe baktığımda hiç bir zaman özgür olamayacağım gerçeğini hatırlıyordum.
Güneş gibi parlayabilmek isterdim, yalnızdı belki, ama o hükmedilen değil, hükmedendi. O hayat verendi, ışığı ve ısısı olmasa hiçbir ruh bu dünyada yaşayamazdı.
Kimse güneşe karışamazdı, onu yıkamazdı, çünkü o ona karşı gelen her darbeyi yakıp kül ederdi.
Ben olsam olsam ay olurdum.
Kendimi göstermek için güneşin ışığına muhtaçtım. Küçücük, savunmasız bir parça.
Ne işe yarıyordum ki ben?

Sigaramın küllerini balkondan aşağı attığımda kül parçaları kısa bir an için gelen oksijen ile parlayıp hemen ardından sönmüştü.
Sırıtmıştım bu aciz hallerine, bu aciz halime.
Gelen küçük bir darbe yakıp yıkıyordu.
Bitiriyordu.

Kafamı kaldırıp üstümdeki bulutların ardına saklanmış aya bakmıştım. Sarı ışığı aldatıcı bir parlaklıkla ıssız caddeleri aydınlatırken aslında onun da ilgiye muhtaç olduğunu düşünüyordum.
Benim gibi garibandı o da.
Yalnız, savunmasız, karanlıkta terk edilmiş.
Geceleri insanlar uyurdu, bunu balkonumdan diğer evlere baktığımda bariz bir şekilde anlayabiliyordum.
Kimse dışarıya bakıp bu aciz gök cismini düşünmüyordu.
Kimse dışarıya çıkıp ona sessiz yalnızlığında eşlik etmiyordu.
Sadece kaldırımlar, sokak lambaları, ay ve ben vardık.
Ve şu büyük, lanet olasıca binalar.

Başımı kaldırmıştım tekrar. Ay bana, ben ona, bakışıyorduk sessizce.
"Sen de yalnızsın, değil mi?" diye sorduğumda bana bulutların arkasından sessizliği ile cevap vermişti.
Ay, bendi.
Ben, aydım.
Rüzgardan dolayı ufacık kalmış sigaramdan son defa derin bir çekiş aldım ve kalanı balkonumun çeliğinde söndürüp attım.
İçimi dolduran sıkıntı ile paketten bir dal daha çıkarıp yakmıştım.
Boğazımı ve mukozalarımı sızlatan dumanı yavaşça dışarı vermiştim.
"Güneşe ihtiyaç duyuyor musun sen de bazen?"
Ay bana baktı, ben ona.
"Ben güneşime çok fazla ihtiyaç duyuyorum."

Güneşimin kim olduğunu söylememe gerek yok, değil mi?
Park Jimin.
O beni fark etmeden önce aylarca onu izledim, güzelliğine yakındım, tahrik oldum.
Onunla tanıştım, arkadaş oldum.
Beraber Gay Games'lere yazıldık, beraber bir koreografi hazırladık.
Çalıştık, çalıştık ve çalıştık.
İyi bir insan olsaydım, ona en azından bu kadar yakın olabildiğim için sevinirdim, ama ben iyi biri değildim.
Ona daha da yakınlaşmak istiyordum, ışıklarında yanacak kadar yakın olmak istiyordum ona.
Çok güçlü birine benziyordu, ama onu tanıdıkça içinde kırılgan bir Jiminie ile yaşadığını fark etmiştim.
İlk ağladığını gördüğümde yakın arkadaşlarından birinin intihar girişimine kalktığını öğrenmiştim. Hayati tehlikeyi atlatmıştı, yaşıyordu ama bu Jimin'in onun için endişelendiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Sonra bir gün ağladığında, bana çocukken yaşadığı o sorunsuz hayatı özlediğini söylemişti.
Ona sarılmıştım o gün, o da karşılık vermişti. Bir elim onun saçlarını okşuyor, diğer elim belinde dolanıyordu ve o da başını boynuma gömmüş gözlerinden akan sıcak inciler ile ıslatıyordu tişörtümü.
Paris'e gelebilmek için bilet aldığımızda sevinçten kıpır kıpırdı. Tatlılığı yüzünden onu ısırmak istemiştim.

Şimdi ise gelmiştik sonunda, başarmıştık Paris'e gelmeyi. Bir hafta boyunca değişik dallardan katılan herkes kendini gösterecekti.
Üçüncü gün Figure Skating'in günüydü. O gün için bir kaç planım vardı tabi ama şu an sadece uyku sorunum ile ne yapacağımı düşünüyordum.
Bizi çift sandıkları için bize otelden çift odası ayarlamışlardı. Bu beni fazla germişti, onunla bir oda, bir yatak. Bir hafta boyunca.
Jimin bunun sorun olmadığını söylediğinde bir şey diyememiştim tabi, şimdi o beraber geldiğimiz aşıklar şehrinde beraber kaldığımız odanın yatağında uyuyordu.
Onu izlemiştim uzunca, yanına yatmaktan korkarak.
Sonra da balkona çıkmıştım işte, ay'ı izliyordum sigara dumanımın eşliğinde.

Jimin ile tanıştığımız ilk zamanlarda onu sinir etmekten çok hoşlanıyordum. Onun sinirlenmesini istediğimden değil, onu sinir eden kişi olduğum için.
Şimdi ise bana sarılmasından çok hoşlanıyordum.
Benden küçük ve zayıf oluşu onun bana sığındığı hissini veriyordu bana, öyle olmadığını bilsem de.
Nefesini boynuma veriyordu, ben de onun saçlarının güzel kokusunu alabiliyordum.

Balkon kapısından içeri baktım.
Yorganın altında kaybolmuş bir şekilde uyuyordu. Tek görünen sarı saçlarının uçlarıydı.
Huzur dolu görünüyordu, benim aksime.

Bakışlarımı ondan çektim, bir kez daha ay'a baktım.
"Güneş ay'ı kabul eder mi?"

Evet.
Ficin adını değiştirdim, olay hala aynı ama.
Kısa tutmaya karar verdim, bir kaç bölüm sonra final.
Öyle işte ksjdhfjejxj.
Kolay gelsin.
P.S.: Yorum atarsanız sevinirim

the lonely moon 🌺 jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin