Bölüm şarkısı:
Bring Me The Horizon ~ DrownUçurumun dibi hiç bu kadar yakın hissettirmemişti.
Küçüklüğümden beri hep dışlanan, itilen çocuk olmuştum. Çelimsiz olduğum için kimse benimle oynamak istemezdi, kızsı hatlarım olduğu için de kimse benimle oyuncaklarını paylaşmak istemezdi.
İlkokula başladığımda arkadaşım olmadı, teneffüsleri beslenme çantamın arkadaşlığı ile geçiriyordum o zamanlar. Bu durum Ortaokul’da da farklı değildi, tek fark, Orta Son'da transfer edilen bir çocuk ile arkadaşlık kurmamdı ama o da Lise’ye geçiş ile çıkıp gitmişti hayatımdan, kalbimde bıraktığı yara izinden bihaber, sonuçta o ilk ve tek arkadaşımdı o zamana kadar.Sonra kendime büyük, insanlığa küçük olan bir adım attım.
Liseye geçerken kilo aldım, kas yaptım. Artık o çelimsiz, kız gibi görünen çocuk olmak istemiyordum.Yaz tatilinde, havanın yağmurlu geceden güneşli sabaha değişmesi gibi değişmiştim.
Kimi buna ergenlik diyebilirdi.
Lise Bir'deyken artık herkes beni değişik bir şekilde algılıyordu.
Okulun dans kulübüne girmiş, çoğu kızın gözdesi olmuştum. Sıra arkadaşım rahat kafadan bir insandı, ve zaman geçtikçe onunla sandığımızdan fazla benzerliğimizin olduğunu anlamıştık. Dinlediğimiz müzik, sevdiğimiz kıyafetler ve izlediğimiz Animeler hakkında konuşurduk beraber.
O önce sınıfta kaldığı için benden daha tecrübeliydi tabi, ve bana, ergenliğin ortasında olan çocuğa gösterdiği yetişkin içerikli videolar, kitaplar ve daha fazlası aramızda adlandırılamaz bir bağ oluşturmuştu.Gelişiyordum, kendimi tanımaya başlıyordum.
Ben ben oluyordum.Onun bir yurtta kaldığını öğrendiğimde, oda arkadaşları ile tanışmış, zaman zaman yanlarında gecelemiştim.
Tabi bu sırada her ergenin yaptığı gibi dünyaya baş kaldırmak için değişik oyunlar oynamıştık. İlk öpücükler ve hickeyler verilip alınmış, sigaralar içilmişti ve bunu erkekler ile yapmanın sandığım kadar kötü olmadığını, aksine bu durumda daha rahat hissettiğimi belli bir zaman sonra onlara açtığımda, onlar da rahatlayıp aynı hissettiklerini belirtmişlerdi.
O gün gülmüş, içmiş ve yine öpüşmüştük.
Tesadüfe bakın, hayatımdaki değişimi gökte ararken, o çıkıp ayağıma gelmişti.Bir arkadaşım daha vardı o sıralar, bizim gruptakiler ile anlaşamazdı çünkü grubun en büyüğüne olan takıntısı artık her çizgiyi aşmıştı.
Yanına gidip her zaman ağlardı, beni neden sevmiyorsun diye sızlanır ve hatta masasına durmadan şarkı sözleri yazardı.Açıktan kimseye bu durumdan bahsetmesek de, nasıl oluyorsa topluluk için normal olmayan herkes bizim grupta bitiyordu. Bizimle takılan kimse düz değildi, kimse pop sevmezdi ve kimse renkli şeyler giymezdi.
Sonra lise biri yarılamadan ansızın beni sinir krizleri tutmuştu.
Geceleri kalkıp bağıra bağıra ağladığım, nefessizlikten boğuluyormuş gibi hissettiğim onca geceden sonra artık ailem dayanamamış, beni psikoloğa göndermişti.
Geçmişimi unutamamışım, duygu kontrolsüzlüğü yaşıyormuşum.Benim sıra arkadaşımın oda arkadaşları aramışlardı sonra bir gece.
Mutluluk virüsü olarak gördüğüm arkadaşım kendini banyoya kilitlemiş, ağlıyormuş. Bisikletime binip olabildiğince hızlı bir şekilde varmıştım, kapıyı kırdığımızda taze yara dolu kollarını görmem ile bir kez daha sinir krizi geçirmiştim tabi.
Bu duruma daha fazla katlanamayan ailem ise okulumu değiştirmişti.Lise İki'de artık Orta Son'da olduğum kişiyle hiç bir şekilde alakam yoktu.
Tarzım değişmişti, ister istemez siyahlara bürünmüş, uzun botları ayağıma geçirmiş geziniyordum. Saçlarımı o sıra boyamıştım, dinlediğim müzik ağır bas içeriyordu.
Karakterim de değişmişti.
Utangaç, başı bükük çocuk artık kendine güvenen biri gibi dik duruyordu, alaylı ve hazır cevaptı, sessizliğe bürünmüş, az ama öz konuşur olmuştu.
Artık masum, çelimsiz çocuk değildim.Boyundan bacak bileklerine kadar yara izleriyle dolu iki arkadaşım, yaşadığım ülkedeki toplum tarafından veba hastalığına benzetilen bir yönelimim ve nefret ile görünen tarzım ve müziğim ile dünyaya ait değilmiş gibi hissediyordum. Geceleri ay'ı seyredip "yeni yuvam olur musun?" diye sorduğumu hatırlıyorum.
Tabi yeni okulumda da edindiğim bir iki iyi arkadaşlar vardı, ama bu sessiz çığlığımı onlar ile paylaşmama yetmiyordu. İçimdekileri dans ederek atıyordum, yazarak atıyordum, kusuyordum nefretimi başladığım ama bitirmeye gücümün yetmediği her intihar mektubumda.
Dansın hayatımdaki yerinin sandığımdan büyük olduğunu, o gün Bring Me The Horizon'dan Drown şarkısına dans ettiğimde kendimi şarkının her satırında bulup hareketlerimi sonunda kontrol edemeyip ağlayıp sarsılıp yere çöktüğümde anladım. Sadece dinleyince çoğu şarkı bende fazla etki bırakmıyordu. O şarkıyı hissetmek için o şarkıyı dans etmem gerekiyordu.
Değişik danslar denedim, ve sonunda annemin zorluğu ile küçükken gittiğim Figure Skating kursuna devam ettim.
Çelimsiz vücuduma en uygun sporun bu olduğunu düşünen anneme yıllar sonra anca hak verebilmiştim, çünkü bu doğruydu.
Artık çelimsiz ve minik olmasam da, bu dans bana iyi geliyordu. Figure Skating ile hem bale hem de hız birleştirebiliyordum ve içimde biriken sinirin, üzüntünün, bıkmışlığın ve biraz da umutsuzluğun enerjsiini bu yolda tüketiyordum.
Fazla düşük olan özgüven seviyemi biraz da olsa kaldırabilmişti bu spor.
Kendimi bana kötü davranan herkese kanıtlayıp göstermek istiyordum artık, önlerine geçip bana imrenerek, kıskanarak ve pişmanlık duyarak bakmalarını istiyordum.
"Siz bendeki bana inanmadınız, beni dışladınız. Bakın, ben artık ne oldum." demek istiyordum, ama buna da bana Olimpiyatlara sikik bir neden yüzünden istediğim ekip ile katılışımı onaylamayan jüri üyeleri müsaade etmiyordu. Battıkça battığımı hissediyordum, uçurum beni ben direnmeye çalıştıkça içine çekiyordu ama benim sessiz çığlığımı hala hiç kimse duymuyor gibiydi. Bana kimse yardım etmeyecek diye düşünürken, kendimi uçuruma emanet edecekken sonra o gelmişti.Fazla egolu, 50 metre ötesinden özgüven kokan yakışıklı çocuk hayatımı alt üst etmişti.
Jeon Jungkook adındaki bu çocuğun beni bu kadar kolay alt etmesi beni sinirlendiriyordu, ama içimde yatan beni görmesi de cayır cayır yakıyordu.
Bana bazen çok özel, bazen ise bir çöp gibi hissettiren bu çocuk, aklıma asla gelmeyecek bir şey yapmış, beni fena bir şekilde hazırlıksız yakalamıştı.
Bana benim asla aklıma gelmeyecek, ama aslında çok basit bir iyilik yapmıştı.
Daha kariyerimin başlarındaydım.
Bugün olmazsa yarın katılırdım olimpiyatlara.
O, ben yukarı doğru uçmayı denerken, bana bir uçak verip çıkışı kolaylaştırmıştı.
Yeteneğimi gösterebildiğim sürece hangi yarışmaya katıldığımın ne önemi vardı ki?Benimle çalıştı, benimle bir yarışmaya yazıldı.
Sonra da benimle o yarışmayı kazandı.
O yanımdayken zaten zorlanacağımı düşünmüyordum, sonuçta o bana beni sıkıca saracağına söz vermişti.
Ben onu öperken, o bana beni sıkıca tutup koruyacağını sıcak tutuşu ile kanıtlamıştı.
Bana her zaman iyi davranırdı, ilk başta tanıdığım o sinir bozucu kişinin aslında sadece kendi kırılganlığını saklamak için yarattığı bir duvar olduğunu fark etmiştim.Kader belki de ilk defa beni mutlu etmişti.
Aşıklar şehri Paris'te, belki ilk defa gerçek mutluluğu, o an, onu bütün dünyaya açılan kameraların önünde öperken, onunla tatmıştım.
Sonra anlamıştım, koca kalpli minik ay çoktan kırık kalpli büyük güneşin yeni yuvası olmuştu.
***
Bir bölüm sonra final ;).
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the lonely moon 🌺 jikook
FanfictionOnlar buzun üstünde bütünleşip bir oluyorlardı. Buzun üstünde dünyayı unutup sadece dans ediyorlardı. Buzun üstünde ay güneşini bulmuştu.