Karşımdaki görüntü, uğruna sigara yakmak isteyeceğim türdendi.
Bu ne ihtişam, bu ne güzelliktir?
Tanrı'nın onu yaratırken ne düşündüğünü merak ediyordum, sonuçta bu güzelliği yaratmak kolay olmasa gerekti.
Jimin her haliyle muhteşemdi, aksini iddia edenlerin hepsi bence kördü, bunun başka açıklaması da olamazdı.
Ona gideceğimi desem de, hala her gün gelip izliyordum. Ona karşı koyamıyordum, güzelliğini görmek için her akşam can atıyordum, kenara saklanmış, dansına kattığı her duyguyu anlamaya çalışıyordum.
Zor değil miydi acaba? Hani bu kadar harika olmaktan bahsediyorum, sonuçta harika olmak peşinde onca sapığı ve sahte arkadaşı getirirdi.
Düşüncesi bile sinir olmama yeterken onun bunu yaşamış olabilmesi daha çok koyuyordu. Onu sebepsizce kendime saklamak, istediğim kadar öpebilmek ve dünyanın her tür kötülüğünden korumak istiyordum.
Tabi bunu yapabilmek için tekrar yanına gidip geçen sefer yaptığım piçlik için özür dilemeliydim ama buna da gururum izin vermiyordu.İç sesimi susturarak kanatsız meleğime odaklanmıştım. Bugün her zamanki gibi düşüncesiz ve rahat durmuyordu, seçtiği müzikten bile anlaşılırdı ters giden bir şeylerin olduğu.
Her tonundan ölüm akan bu ses benim bile içimi ürpertmişti, peki ya Jimin bunu dans ederken ne hissediyordu acaba?
Ayaklarının altındaki buz kaymak gibi akıyordu, hiç zorlanmıyormuş gibi duruyordu, halbuki bugün üstünde gezen herkesin sürüş izleri duruyordu hala.Gözleri kapalı, kaşlarında hafif bir çatıklık vardı. Kıyafetini yine her zamanki gibi siyah, ama biraz daha sert seçmişti.
Belli ki zor bir gündü onun için.
Konuşacak biri var mıydı acaba? İçini dökebileceği, sarılabileceği, yanında ağlayabileceği?
Onu kendi kollarımın arasında hayal ederken bulmuştum kendimi ve iyice duygusala bağladığımı fark edince hemen başımı salladım.
Bana neydi onun özel hayatından? Tek önemli olan seksi oluşuydu. Bu kadar.
İçten içe öyle olmadığını bilsem de düşünmedim. Sadece bugün yakacağım sigaraların sayısını düşündüm, uğruna yakacağım sigaraları.
Düşüncelerimi bölen, kafamdan çıkmayan ismin ayakları ile buza sertçe vurmuştu. Duruyordu, hayal kırıklığına uğramış gibi yukarıya bakıp nefes nefese soluklanıyordu.
Jimin'in birden bire duruşu ile aklımdakilerden kurtulmaya çalıştım. Sinir ile soluyordu, gözleri ateş saçıyordu etrafına.
"Sikerim ben bu işi!", diye bağırdığında kaşları çatma sırası bendeydi.
Ne olmuştu ki acaba?
Daha yeni buzların kralı gibi bütün ihtişamı ile hareket ediyordu oysa ki.
Olduğu yerde beni çoktan görmüş gibi arkasını döndü, bu sefer ateşli okların hedefi bendim.
Anlık şaşkınlığım ile ne yapacağımı bilememiştim. Sadece büyük gözlerle ona bakıyordum.
"Niye geldin?! Hani bir daha rahatsız etmeyecektin beni?!", diye bağırmıştı bana.
Birkaç saniye boyunca susmuştum, ne diyebileceğimi düşünüyordum. Benim onu rahatsız ettiğimi söylüyordu, bu da beni rahatsız ediyordu.
O zehirli gözler beni etkisi altında tutunca birden uysal kediye dönüşmüştüm, bunu istemiyordum.
Hemen kendimi toparladım.
"O güzel kalçalarından mahrum mu kalsaydım?" diye bir piç gibi sırıttığımda kendimden iğrenmiştim.
Günü kötü geçen birine söylenecek şey miydi bu?
Daha fazla sinirlendiğini fark ediyordum, gözleri kızarıyor, boynundaki damar belirginleşiyordu.
Başka bir zaman bu halini düşünerek boşalabilirdim ama bugün onca sinirin yanında bana yabancı olan bir kırgınlık gördüğümde sadece kollarımı beline sarıp, saçlarını öpüp "geçti" diye kulağına fısıldayasım geliyordu.
"Çık git buradan", diye emrettiğinde bir tepki vermedim. Gözlerine odaklandım, büyük hopörlerden çıkan piyano müziği hüzünlenmişti sanki onun beni kovuşu ile.
"Hayır." diye inat ettiğimde ellerini sıkmıştı.
"Çık!" diye tekrar bağırdığında ise olan olmuştu artık.
Sinirinin bana olmadığını zaten biliyordum, sadece burada oluşum son damla olmuştu ve böylelikle patlayışına şahit olan kişi de ben olmuştum.
Gözlerinden akan yaşlar ile boğazım düğümlenmişti. Teker teker akıtmıştı inci tanelerini.
Feryat içinde bağırıyordu o inciler bana, gel de sil bizi diyorlardı.
O an, sandığım gibi güçlü ve azimli değil, kırılgan ve zarif gelmişti gözüme.
Her şekilde dans ettiğini görmüştüm, gözleri kapandığı an müzik ile bir oluyordu. Ama demek ki onu hakkında bilmem gereken tek şey dans edişi değildi, karakteri hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum meğer. Onun vücuduna ve yüzüne aşık olmuştum ben, gözlerindeki hikayeyi es geçerek.
"Jimin...” diye pişmanlıkla mırıldandığımda iç çekerek arkasını döndü bana.
"Acınacak haldeyim öyle değil mi?"
Güldü ama bu çok hissiz bir gülüştü.
"Baksana, bana acıyorsun. Hepimiz aynıyız, ama hepimiz değişik olduğumuzu düşünüyoruz. Herkes kendi acısını en büyüğü zanneder, herkes acısını kimsenin anlamadığı zanneder.
Halbuki farkımız ne? Söylesene Jungkook, farkımız ne? Belki birimiz babasını, diğerimiz ablasını kaybeder ama hiçbirimizin diğer kişinin acısını küçümsemeye hakkımız yoktur. Acı her zaman acıdır, bunu neden kimse anlamıyor?
Tek farkımız, kimimiz empati duygusuyla hareket ederken, çoğumuz maalesef duygusuz kütük.
Mesela ben karşımda umutsuz birini görünce dalga geçmem, sen kanıtlamış olduğun gibi gibi geçersin. Karşına bir insan çıkar, bu kişi farklı dersin ya, sonra hayal kırıklığına uğrarsın? İşte ben şu an tam da bu hissi yaşıyorum sayende.
Bana yardım edeceğini söylediğinde umutlanmıştım, belki de bu çocuk diğerlerine benzemez diye, ama önce beni bırakıp gitmenle ve az önceki halinle yanıldığımı kanıtladın.
Teşekkürler!"
Ben ne olduğunu anlamamıştım, öylece dinliyor, dediklerinden bir şey anlamaya çalışıyordum.
Dediği her kelimeyi tek tek düşününce, ne kadar haklı olduğunu fark ediyordum, ve onun neler yaşadığını, kim olduğunu, neye tutunduğunu bilmediğimi fark edince de kendi kendime kızıyordum.
Ona ben küçük bir kızın oyuncak bebeklerine baktığı gibi bakmışım şu zamana kadar. Yani duygusuz bir şey olarak görmüştüm onu. Sadece dış güzelliğini görmüştüm.
"Jimin!" diye seslendim tekrar ama beni umursamadan pistin çıkışına ilerledi ve çıkıp kabinlere doğru yol aldı.
Peşinden gittiğimde içten içe kendime sövüyordum. Bu durumda bir bitmeyen bu acıklı müzik de her şeyi dramalara benzetiyordu ve acayip bir olay yaşıyormuş gibi hissetmiştim.
"Beni dinlesene bir!" diye sitemle seslendim o ise yine umursamadan ayakkabılarını değiştiriyordu.
Oturduğu yerin karşısına geçip diz çökmüştüm ve patenleri ile uğraşan ellerini sıkıca tutmuştum.
"Dinle lütfen!"
Bıkkınlıkla bana baktığında içim acımıştı.
Peki ala, o bana böyle bakınca ne diyeceğimi unutmuştum.
"Geçen sefer dediklerimde gayet ciddiydim!" diye başladığım cümlenin devamını zor toplamıştım.
"Sadece sen biraz ters tepki verince fazla gururlu olduğum için sinirlendim. Gerçekten!"
Niye kendimi ona inandırmaya çalıştığımı anlamıyordum. Onu gözlerimde bu kadar özel kılan şey neydi?
"Ben... Tanrım, sen çok güzelsin!"
Dediğim ile bana tuhaf tuhaf bakmıştı.
Ne diyordum ben böyle?!
Yine kendimi toparlamaya çalıştım.
"Yani demek istediğim, sen çok iyisin! Yaptığın her şeyi çok güzel yapıyorsun ve seni izlediğim zaman sanki başka dünyalara dalıyormuşum gibi hissediyorum. Sadece duyduğum hayranlık çok büyük!"
Dediğimin nesi doğru, nesi yanlış, hiç düşünmemiştim.
Şu an yukarı doğru kıvrılan dudakları her şeye değerdi.
"Yeniden başlayalım mı?" diye sorduğumda biraz düşündükten sonra "Sana tekrar güvenebilmem uzun sürecek." diye cevap vermişti.
"Peki o zaman, ben de güvenini tekrar kazanabilmek için uğraşacağım. Şimdilik yeniden başlasak olur mu? Merhaba beyefendi, benim adım Jeon Jungkook.” diye gülümsediğimde gülümseyerek gözlerini devirmişti.
Hah şöyle, biraz gül be zalim!
Ruh halinin bu kadar değişken olması beni korkutmuyor değildi, ama bunu sonra düşünmek için beynimin içindeki 'Park Jimin' adlı çekmeceye yerleştirmiştim.
"Merhaba Jeon Jungkook. Ben de Park Jimin", dediğinde sırıtarak elimi uzatmıştım.
"Tanıştığımıza memnun oldum!"***
Özür dilerim, son zamanlarda ruh halim kış gecesindeki çamurlu yağmur gibi, bu bölüme de yansıdı sanırım.
Umarım bölüm herhangi bir şekilde hoşunuza gitmiştir, ben beğenemedim açıkçası ama bu böyle bok çukuru gibi hissettiğimde ayrı bir mükemmelci olduğumdan da olabilir.
Neyse, size iyi dersler, gününüz güzel olsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the lonely moon 🌺 jikook
FanfictionOnlar buzun üstünde bütünleşip bir oluyorlardı. Buzun üstünde dünyayı unutup sadece dans ediyorlardı. Buzun üstünde ay güneşini bulmuştu.