3. Bölüm

115 14 3
                                    

Rana Tumay•

Masamda oturmuş karşımdaki ilkokul öğrencisine bakıyordum. Derslere başlamamız için bir atakta bulunması gerekiyordu fakat onda zerre kadar istek yoktu. Yüzü asık, halinden rahatsız bakıyordu baygın baygın yüzüme.
"Adın neydi?"
"Berk."
"Pekala Berk. Ben de Rana."
"Aşırı memnun oldum(!)"
"Berk istemiyorsan neden geldin?"
"Babam sanatla ilgilenmemi istiyormuş. Ilk olarak gitarla başlamalıymışım."

Ağzından çıkan her bir kelime gözlerimi gittikçe dolduruyordu ve önümde bıkkınca oturan çocuğu bulanık görmeme neden oluyordu. Babası istemişti ondan da.
Benzerliğimize acı acı gülümsemiştim. Sadece benzemeyen tek büyük özelliğimiz vardı. Onun babası ondan istemiş ardından buraya getirmişti. Bense benden bıkmış komşum tarafından koyulmuştum Kemal Hoca' mın önüne. Şimdiyse Berk' in karşısında Kemal Hoca değil ben vardım.
"Peki neden bu kadar isteksizsin Berk?"
"Çünkü istemiyorum. Gitarla uğraşmak boş iş benim için."
"Berk ben sana zorla hiçbir şey öğretemem ama şunu bilmeni isterim, babanın söylediği tek bir kelimeye bile dudak büzmüş olmana sonradan çok pişman olacaksın. Hem gitar sandiğın kadar boş değil. Hatta hiç değil. Hatta ve hatta boş kulaklarını dolduracak en güzel enstrüman."
"Ben çalamam ki."
"Berk sana birkaç parça çalmamı ister misin?"
"Olur."
Inadını biraz olsun kırmışlığımın sevinciyle yan tarafımda duvara yaslı gitarımı alıp Berk' in karşısındaki oturağa yerleşmiştim.
Parmaklarımı gitarımın günde defalarca ayarladığım akorlu tellerine değdirince istemsizce tebessüm oluşmuştu dudağımda.
Çalmaya başlamıştım aklımdan geçen ilk şarkıyı.
"Aşk bir rüya
Uçarsın uçarsın geçilmez ki
Sıcak bir şarap
Yanarsın yanarsın içilmez ki
Aşk bir kapı
Çalarsın çalarsın açılmaz ki
..."

Gitardan yükselen hoş ezgiler sesimle tamamlanıyor Berk' e ulaşıyordu ikna edicilikle. Parçayı bitirdiğimde Berk' e bakmıştım ki o tamamen gitarı tutan ellerime odaklanmıştı. Biliyordum ilgisini çekeceğini. Gitar öyle bir enstrümandı ki bir dinleyen kanıyordu büyüsüne.
"Hala boş mu buluyorsun gitarı Berk?"
"Hayır.. Ama ben sizin kadar iyi çalabileceğimi düşünmüyorum."
"Ben gitar çalmayı gözlerim dolu başlamıştım. Eğer ki ben dediğin gibi çalıyorsam sen çok daha iyi çalabilirsin. Sadece istek..."
Berk' e göz kırpıp gülümseyince sıcacık gülümsemesini bahşetmişti bana. O iyi bir sanatçı olacaktı. Bunu görebiliyordum.
"O halde... Yarın ilk dersimize başlıyoruz Berk Bey. Istiyorsan kendine bir gitar al, zaten burada gitarlarımız var bunlarla da öğrenebilirsin fakat benim tercihim kendi gitarınla öğrenmen."
"Tamam hocam."
Hocam dediği anda kalp atış ritmim hızlanmış içime bir duygu sızıp işlemişti hücrelerime.
Arada bir hocam diyenler oluyordu tabii ki ama genelde Rana Hanım diye hitap ederlerdi. Bunu ışıl ışıl gözlerle bana bakan bir çocuktan duymak mutlu etmişti beni.
Belki bir Kemal Hoca olamazdım ama Berk de benim elimde büyüyecekti. Ben öğretecektim ona gitarı dillendirmeyi, ondan çıkan sese saygı duymayı...

Berk yürüyüp kapıdan çıkacakken kahve saçlarına ellerimi değdirip okşamıştım başını. Ellerimden vücuduma aktarılan his bir garip hissettirmişti başta.
Neden elimi küçük başıyla buluşturduğumu bilmiyordum. Yalnızca Kemal Hoca' mın neler hissettiğini ucundan da olsa hissetmek istemiştim. Olmuş muydu? Bilmiyorum.
Tek bildiğim bir çocuğun sanatla büyütmem için ellerime emanet edilmesiydi. Berk büyüyecekti. Ellerimde, sanatla...

Kaan Yalın•

Akşamüstü buluşmuştuk çocuklarla. Neler çalabileceğimizi konuşmuş bir şeyler planlamıştık.
Zaten öyle sıraya şarkı koyup sözlerine baktığımız kağıtlarımız olmuyordu. Doğaçlama çalıyorduk biz. O anki ruh halimiz nasılsa neyi çalmak istiyorsak... Gruptaki yerim solistlikti. Arada gitar da çalıyordum tabi.
Ayakta durmamı sağlayan da bu gruptu, onlar tutmuştu elimden kaldırmışlardı ayağa. Derin öldüğü zamanlarda ağzıma içkiden başka bir şey sürmüyordum, gün ışığı görmüyordum. Eğer bu haldeysem bunu grup arkadaşlarıma borçluyum.

Caddenin en işlek ama en mütevazi diye adlandırdığımız, bizim, yerimize gitmiştik yine.

Akşam olmuştu. Saat 8'i 20 geçiyordu. 8' li saatler benim için kabus niteliğinde de olsa saatlere küsemiyordum işte. Derin' in haberini 20:48 de aldığımı dün gibi hatırlıyordum.
Evet, ben her anımda saate bakarım. Her özel anımda. Özel anların tek kanıtı saatleri değil midir? Ne zaman olduğunu bilmezsen ne kadar süre yaşatabilirsin ki o anı içinde?

Alçak tabureye oturup gitarımı kabından çıkarmıştım. Kucağıma alıp parmaklarımı sürdüm tellerine. Önce ince olanlarına sonra kalın. Her bir teli özenle çektim başta. Kulağımda hepsinin sesi vardı. Seslerinden tanıyordum onları. Yabancı gelenleri tanıdığa çevirdim hemen.
Başımı kaldırıp grup arkadaşlarıma baktım. Espriler yapıp omuzlarına yumruk atıyor, kahkaha atıyorlardı.
Eskiden benim de böyle olduğum gerçeği geçti aklımdan. En çok şakalaşan, en çok gülen Kaan' dım. Şimdi eski halimi onlarda görüp, hasretle hüzünü harmanlayıp gülümsüyordum.
Hepsi enstrümanını hazır duruma getirince birbirlerine bakıp, başlarını aşağı yukarı yaparak işaretleştiler. Hazırdık. Bir gün daha bitecekti işte bu şekilde. Ayağa kalkıp gitarımı boynuma astım.
Düşünmemişliğimin sonucu olan kararımı arkaya dönüp "Gülpembe." diye açıkladım. İçimden bu parça geçmişti şu an.
Birkaç saniye sonra arkadan gelen üç tık sesiyle gözlerimi yummuştum.
Solo kısım bitince başlamıştım hem çalıp hem söylemeye.
"Sen gülünce güller açar gülpembe
Bülbüller seni söyler
Biz dinlerdik gülpembe.
Sen gelince bahar gelir gülpembe
Dereler seni çağlar
Sevinirdik gülpembe..."

Şarkıyı söylemeye başladığım anda önümden geçen bir kız olduğu yerde kalmıştı. Başta, hareketini şarkıya özel değildir diye umursamadan söylemeye devam etsem de her vurgu yaptığımda yaprak gibi titriyordu bedeni. O yürümeye devam etmişti ben söyleyip çalmaya...
"Güz yağmurlarıyla bir gün göçtün gittin
İnanamadık gülpembe
Bizim iller sessiz, bizim iller sensiz
Olamadı gülpembe.
Dudağımda son bir türkü gülpembe
Hala hep seni söyler, seni çağırır gülpembe."

İçimden kendime kahırlar ediyordum fakat izliyordum bu ne yaptığını çözemediğim kızı. Ben gittiğini sanıyorken hemen ilerdeki banka çekingen tavırlarıyla oturmuştu.
Etrafa attığı korkak bakışları, hafif rüzgarda salınan saçlarını minik elleriyle bir araya toplaması, dolu gözleri, titreyen ve ağlayacağının belirtisi kıvırdığı dudağı...
Sabahtan havanın serinleyeceğini tahmin edememiş görünüyordu. Üzerine giydiği ince toz pembe gömleği ve ince paltosuna sarılmıştı kollarıyla.
Susup çalmaya devam ettiğim kısımlarda başını omzuna yatırdı ve bu tarafa bakmaya başladı. Artık ağlıyordu. Gözünden yanağına akan göz yaşı çenesine kadar yol çiziyordu.
Etrafında yürüyüp geçen insanların koyuluğuna tezat ortalarında uzaktan bile seçebileceğim sarı saçları vardı. Bakımlı da değillerdi oysa ki. Taranmış ve omuzlarından aşağı sarkıtılmış sarı saç telleri.
Dudaklarımı aralayıp parçayı söylemeye devam ettiğimde kaşları çatıldı ve net duyamadığım bir hıçkırık yükseldi onun dudaklarından. Elini dudaklarına götürdü aceleyle, daha fazlasına engel olmak istercesine kapattı ağzını.
Gözlerini kıstı, göz kenarlarında çizgiler oluştu, ardından üzerini şeffaf göz damlaları örttü.
Şarkı bittiğinde ellerinin tersiyle gözlerini sildi, derin bir nefes aldı. Başını çevirip bu tarafa baktığında göz göze gelmiştik. Saniyeler süren göz kontağını yine çekingen tavrıyla aniden bitirmiş, arkasını dönerek yürümeye başlamıştı.
Omuzları düşük, yüzü asıktı. Bir şey ona ağır geliyordu. Neden böyle davrandığını çözemediğim kızdan, tek çıkardığım da buydu zaten. Bir şeyin ona yük olduğu...

NOTAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin