Dövmeli kadının bana ne yaptığına dair en küçük bir fikrim yok. İçimde devinen esrik, sebepsiz bir mutluluk var. Uzun zamandır içinde debelendiğim endişe anaforundan eser yok. Evimde, sonsuz bir keyif ve rehavet dalgasıyla mutlaka okumalısın dediği kitabın sayfalarını karıştırıyorum. İnle, cinle, büyüyle ilgili saçmalıklarla, zaten gravyer peynirine dönmüş beynimde, yeni delikler açmanın lüzumu yok diye düşünsem de aldım, dövmeli kadının tavsiye ettiği kitabı. Birkaç tane Deepak Chopra kitabı okumuşluğum var ama "Büyücünün Yolu" diye bir kitabı olduğunu ilk kez duydum. Adından pek hoşlanmasam da merakım galip geldi. Başlarda pek ilgimi çekmeyen kitap "Çaba harcamak, bataklıktan çıkmaya benzer; bu sadece daha da beter saplanmanıza neden olur," cümlesinden itibaren içine alıyor beni. Hayatımı bu kadar güzel özetleyen bir cümleyi yıllarca oturup düşünsem bulamazdım sanırım.
Büyücü Merlin ve Kral Arthur'un yirmi hikâyesinden oluşan kitabın hayatıma nasıl yer edeceğinden bihaber şehvetle okumayı sürdürüyorum. Kitaba öyle bir dalıyorum ki duvardaki kara kuşlu saatin yedi olduğunu fark ettiğimde, yemek yemeyi, Ömer arayacak mı diye papatya falı bakmayı, Sinan bugün ne yumurtlayacak diye endişelenmeyi bile unutmuşum. Sadece Ömer'le birlikte olduğum anların dışında -onda da niye artık daha çok beraber olamıyoruz diye endişe ederek geçirdiğimden pek sayılmaz- uzun zamandır hiçbir şey böylesine içine çekmemişti beni. Kitabın adı gibi büyülü satırlarında kaybolmuş, kim olduğumu, ne yaptığımı, nerede olduğumu tamamen unutmuştum.
Günlerden pazar olduğu ve teyzeme gitmek zorunda olduğum gerçeği dank ediyor kafama. Saatlerdir içinde yaşadığım büyü bozulmasın istiyordum ama hayat böyle bir şey değil işte. Gerçekler tüm acımasızlığıyla Demokles'in kılıcı gibi sallanıyor tepemde. Teyzemin bakıcısı iki haftadır izne çıkmadığı için akşam onunla kalmam gerekiyor. Demirden bir pençe yüreğimi sıkıştırsa da çaresiz giyinip çıkıyorum evden. Teyzemle geçirdiğim her dakika geçmişin hayaletleriyle ıssız bir mezarlıkta okey oynamak gibi. Sürekli olarak okey dönerek beni hacamat eden hep onlar oluyor nedense. Her şeyden kaçıp uzaklara, çok uzaklara, kimseyi tanımadığım, kimsenin beni tanımadığı, bilmediğim sokaklarda kaybolma arzum depreşip boğazımı sıkıyor. Hatta bir ağaç kovuğuna ana rahmine saklanır gibi büzülsem, sığınsam ve kimseyi görmesem, yitip gitsem istiyorum. Uzun zamandır ilk kez tasasız hissettiğim bir günde haksızlık bu diye düşünerek evimden birkaç sokak aşağıdaki, boyaları dökülmüş küçük kırmızı villanın paslanmış çubuklu demir kapısını açıyorum. Eve girmeden önce, birkaç dakika kapının önünde gözlerimi kapayıp burnumdan soluk alıp verirken dövmeli kadının fırsat buldukça oku dediği olumlamayı (mantrayı) kâğıttan defalarca tekrarlıyorum.
"Kendi içsel gücümü kullanıyorum, mutluyum, güvendeyim, kendi değerimi kabul ediyorum." Nefes almaktan başım dönünce kapıdan içeri girip salona doğru ilerliyorum. Mars'tan Dünya'ya düşmüş bir uzaylı gibi, anlamsız bakarak oturduğu televizyonun karşısındaki teyzem... Yeşil eprimiş kadife koltukta yayılı fotoğraflar, köhne evi yutacak kadar büyümüş bin yıllık kauçuk ağacı, duvardaki saatli maarif takviminden koparılmış yapraklar, önündeki sehpada duran çayın içindeki şişmiş galetalar, ellerinden hiç çıkarmadığı kırmızı ojeler; sanki Salvador Dali'nin sürrealist tablosunun içindeyim işte yeniden. Birazdan ölülerin izinde yürüme ayinimizin başlayacak.
Geleceğim saati iyi bildiğinden kapının ağzında çıkmak için hevesle bekleyen bakıcı eliyle yanına gelmemi işaret ediyor. "Dayanamıyorum ben, işi bırakıyorum," diyecek korkusuyla yanına gidinceye kadar saatler geçiyor sanki. "Ne oldu Dilber, hayrola?" diyerek panik içinde bakıyorum buğday sarısı yüzüne gömülmüş birer nohut tanesi gibi duran gözlerine. "Durun, korkmayın. Adalet teyze bu hafta bana bir defter kalem aldırdı. Günlük harcadığımız paraları, banka cüzdanlarındaki çekilen miktarları yazıyor tek tek," diyor baygın bakışlarını yüzümde dolaştırırken. "İyi haber değil mi? İnsanları, olanları karıştırıyor falan ama maşallah hesap kitap işine gelince kafa cin gibi," diyor parmaklarıyla kapının yanında Nuh Nebi'den kalma kaba ahşap askılığa vurarak. "Aman aman iyi olsun," derken Sinan için yaptığı harcamaların hesabını tutuyor olmalı diye düşünüp üzülüyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semizotu Bilgesi
RomanceEski kocası, sevgilisi, teyzesi, çocuğu ve işi arasında sıkışıp kalmış, eski kafalı modern zaman kadınlarından biri; Rüya'nın hikayesi. Kaderin elinde oyuncak olduğunu düşünen bir sürü insan gibi yaşamın yüzüne hiç gülmediğini ve gülmeyeceğini düşü...