Bır kıymık saplanır gecenin bağrına, bulanır cennetin suları, bürünür katran siyahına.Cehennemin koruna su sızdırmaya çalışır yağmur.
Birkaç kesik ışıktır sabahın nabzını yoklayan. Umutla umutsuzluk arasına kurulur kalplerin surları, kirlenmeye yüz tutmuş bedenler bırakır arkasında.
Sevilmekle sevilmemek arasındadır ömür, düşmekle yürümek arasında.
Kimsesizlikle alabora olur ruhun sandalları, okyanus tarafından yutulur ölü bedenler.
Uğultular yükselir ruhun en ücra sokaklarında, sarmaşık gibi dolanır bedenlere, sızlatır ruhun her zerresini;
Kalpten bir katran akar parmak uçlarına.
•
26 Eylül 2015
Güz yaprakları, geçmişin kirli nakaratlarında uçuşurken ay, arşta sallanmaktaydı. Takvim yaprakları güz yapraklarına karışmış iki ruhun bedenden sökülüşüne tanıklık etmekteydi.
Derin, kulak tırmalayıcı bir çığlık duyuldu gecenin içine hapsolmuş tenha bir orman yolunda. Ormanın olmayan duvarlarında yankılanan bu çığlık acıya bulanmış bir isyan gibiydi. Gencecik bir kız çocuğundan çıkıyordu oysaki bu çığlık. İki ruhun bedenden ayrılmasından sonra geride kalan enkaz onun anne ve babasına aitken susması zaten dünyanın düzenine aykırıydı.
Tenha orman yolunu aydınlatacak tek bir ışık dahi yokken zifiri karanlığın içinde çığlık çığlığa yardım dileniyordu. Sesini tek bir zat bile duymazken o umuda kelepçe vurdurtmuyordu. Sesi, çaresizlik uçurumlarında açan bir uçurum çiçeği gibiydi. Umut yoktu, ışık yoktu, kendi sesinden başka ses yoktu. Acı vardı, korku vardı, çaresizlik vardı, acıyı saç diplerine kadar hisseden gencecik bir kız vardı.
Kanlar içinde kalan vücutlarına baktı. Hıçkırıklarını bastıramıyordu. İçinde feryat eden bir orkestra vardı. Aklı, sıyırmanın kıyısında dolanırken kalbinin damarlarının kalın bir zift tabakası tarafından tıkandığını hissetmekteydi. Bir anda dünyanın oksijen oranı kısılmıştı sanki. Onun için ilk defa nefes almak bu kadar zordu.
Yalnızca birkaç dakika önce bütün ailesini kaybetmişti. Onların kapanan gözlerinin tekrar açılmayacağını, seslerinin kulaklarında tekrardan yankı uyandırmayacağını, hiç ısınmayan ellerini tekrardan ısıtamayacaklarını adı kadar iyi biliyordu fakat bunu kabullenmek, boynuna kalın bir ilmek geçirip ayağının dibindeki tabureyi itmek gibiydi. İnanmak istemiyordu.
Anne ve babasınının cansız bedenini vücutlarına bir nişane gibi sürülen uğursuz renkle baş başa bırakıp yardım bulma umuduyla arabadan indi, tenha ve karanlık orman yolunda sarsak adımlarla ilerlemeye çalıştı. Yol ıssızdı, ormanlık yolu pençesine alan karanlık genç kıza bir girdap gibi gelirken içini titreten derin bir korku onu mengene altına aldı. Kanlı elleri, yüzünü yalayan göz yaşlarını silmek adına hareketlendi. İçini ürperten karanlık, genç kızın adımlarının yavaşlamasına neden oldu ama sesini biraz olsun dindirmedi.
"Kimse yok mu!?"
Az önce kimsesiz bırakılan bu genç kız artık kimsesizdi. Kimsesi yoktu. Bağırmaktan ağrıyan boğazı kurumuştu ve bu onu zorluyordu ama yılmadı.
"Ya lanet olsun. Kimse yok mu!?"
Karanlık, sesini tekrardan yutarken artık bir damla bile umudu kalmamıştı. Uçsuz bucaksız zifiri karanlığın içinde daha fazla yürümeye cesareti olmadığını hissederken belki de şuan tek istediği ölmekti. Ölmek ve hissizleşmek. Çünkü şuan hissettikleri kalbinin kantarına ağır basmış ve tüm dengesini yerle yeksan etmişti. Fazla hissetmek, canına kızgın şişlerin batıp tenini delmesiyle eşdeğerdi.
Arabaya geri dönme kararı aldığında hıçkırıkları daha da şiddetlendi. Bu, ona eli kolu bağlıymış gibi hissettirirken çığlık çığlığa feryat etmekteydi. Yeniden arabaya ulaştığında arka kapıyı açıp arka koltuğa oturdu. Ayağındaki ayakkabıları umursamadan dizlerini karnına çekti ve kollarını bacaklarının etrafına sardı.
"Kimse yok anne, hiçkimse yok."
Hıçkırarak ağlamaya devam ederken gözleri kapalıydı. Gerçekleri görmek istemiyordu.
"Kimse yok baba, her yer çok karanlık."
Sesi kısılmaya başlamış hatta fısıltılara dönüşmüştü. Bütün bir geceyi onların cansız bedenleriyle geçirmeye mahkum kalacakken bilincini yitirmeden önce bu cümleleri defalarca kez tekrarladı. Kimse yok.
Fakat genç kız yanılıyordu. O gece yalnız değildi. Bu acı tabloyu gözlerinin sahnesinde canlandıran genç bir adam zifiri karanlığın içinde yer edinmiş bir ağacın arkasından keskin bakışlarını yıkılan bir ailenin sağ kalan tek üyesinin üzerine dikmişti.
Koyu kahve bakışlarını etkisi altına alan kine birkaç damla merhamet sıçrarken gözlerini bilinci karanlığa yuvarlanan genç kızın üstünden ayırmadan işaret parmağını gökyüzüne kaldırarak dudaklarını araladı.
"Arş, toprağın üstüne devrildi şimdi;
Bak, yeryüzü yerle yeksan."Bu genç adam, bu kanlı gecenin seyircisi değil başrolüydü.
🍃
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALPTEN PARMAK UÇLARINA
Teen FictionBır kıymık saplanır gecenin bağrına, bulanır cennetin suları, bürünür katran siyahına. Kalpten bir katran akar parmak uçlarına.🌹