Tereddüt.

358 27 2
                                    

Bu mektup hakkında mutlaka yorumlarınızı bekliyorum çünkü en zorlandığım mektup bu oldu neyse keyifli okumalar... 

Sevgili Yıldız, 

Yazdıkların, hislerin bana çok aşina. İstikbal hepimiz için belirsiz ve ben senin namına da derin bir kaygı içindeyim. İzah etmesi zor kimi duygularla bir fırtınanın içinde yönümü bulmaya çalışıyorum. Varacağım yerin neresi olacağını ben de bilmiyorum fakat, içimde bir umut taşıyorum. Bu umudu kaybetmemek için elimden gelen bütün gayreti gösteriyorum. Yolumu bulmamı sağlayan gözleri hayal ediyorum. O gözler ki bana her baktığında beni hayal alemine sürüklüyor. Bu hayal içinde her gün yeniden yaşayabilme gücünü kendimde buluyorum. O gözlerin başka birine bakabilme ihtimali canımı tahmin edemeyeceğin kadar çok yakıyor. Bu fırtınan içinde o gözlerin sahibiyle aynı kıyıya varabilmeyi her şeyden çok istiyorum. Lakin ne o gözlerin sahibi, ne de kıyıya varmak istediğim kişi sen değilsin. İkimiz için bir gelecek yok. Aklında benimle ilgili hiçbir şüphe kalmaması için yazıyorum bu mektubu. Benimle ilgili bütün duyguların beyhude ve karşılıksız. Bunu kabul etmeni ve kendi yönünü tayin etmeni senden rica ediyorum. 

Leon. 


***

Sizden şüphelenmekte en başından beri haklıydım. Ablanıza mektup yazdıktan sonra gelen adam sayesinde elinizde kırmızı kumaşlar, yanınızdaki kadınlarla bir eve girdiğinizi işittiğimde neler çevirdiğinizi anlamalıydım. Sizi bir daha zindanda, darağacında görmek istemiyordum Küçük Hanım. Gece Smyrna'nın sokaklarında yürürken içimde hissettiğim tarifsiz, bir o kadar da derin duygu yerimde durmamı engelliyordu. Evinizin yakınlarında gezdim bir süre. Belki içimdeki duygunun basit bir telaş olduğunu umuyordum. Lakin öyle olmadı. Geri dönmek için yürümeye başladığımda sizin sesinizi duyduğumu sandım. Bedenim benden habersiz sizin işittiğim sese ilerlerken yanınızda iki adamlar yürüdüğünüzü gördüm. O iki adamla sizi yan yana görmek artık geri dönemeyeceğimin kanıtıydı. Belimdeki silahı çıkartıp önünüze geçtiğim vakitte bana olan bakışlarınız gene sertti Küçük Hanım. Oysa ben sizinle samimiyetimizin ilerlediğini düşünüp hayaller kurmuştum kendi kendime.

Misal işgal bittikten sonra sizinle pikniğe çıkacaktık. Ben sizin ısrarınıza dayanamayıp salıncak yapacaktım. Siz sallandıkça eşarbınız bozulacak, bir vakitten sonra bozulan eşarbınızdan rahatsız olup ondan kurtulacaktınız. Sizi sallarken kokusunu hayal ettiğim saçlarınız savrulacak, sanki ilk defa nefes alan bir bebek gibi kokunuzu soluyacaktım. Bunlar hayallerimin sadece birkaçı. Siz gene kendinize yakışanı yaptınız. İkazımı dinlemeyip namlunun önüne geçmeniz korkuyla yeterince kıvranan kalbimi adeta parçaladı. Size yapmayın demek istedim. 

Beni, sizinle sınamayın. 

"Ne duruyorsun o vakit?"

"Bunu yapmaya mecbur bırakma beni." 

Beni daha fazla kırmayın. 

İki adamı kovup yeniden karşımda durdunuz fakat bu sefer daha yakın, daha can yakıcı. 

"Ben karşındayım, buradayım işte silahının ucunda. Ne bekliyorsun? Vursana hadi." 

Size karşı kaçıncı boyun büküşümdü bu? Yana eğdiğim başım ağır geldi bedenime. Sizinle dolu olan bu şuur, ağır geldi kalbime. 

"Yapamazsın, vuramazsın. O silah bende olsaydı, şayet sen benim istediğimi yapmasaydın..." 

Bedeniniz namluya değdiği an onu dinledim, işaret parmağım tetikten yukarıya çıkarken onu dinlemenin zararı size kapılmamın yanlışlığı kadardı. 

"Bir an bile tereddüt etmeden vururdum sizi Teğmen." 

Teğmen... latife etmeyin Küçük Hanım. Sizin silaha, kurşuna ihtiyacınız yoktu. Teğmen'i değil, Leon'u nereden vuracağınızı çok iyi biliyordunuz. Gözlerinizi kırpıştırıp yürümeye başladığınız ağzımdan çıkan kelamlara engel olamadım. 

"Bir daha ki sefere bende ateş edeceğim Hilal. Namlunun ucunda kim olursa olsun, hiç tereddüt etmeden."

Küçük bedeniniz dar sokakta, Smyrna'nın karanlığında kayboluyordu. Size söylemek istediklerimi yutup şeref sözü verdiğimi beyan ederken kendime verdiğim sözü çiğniyordum. Elimdeki silahı belime geri yerleştirmeye tenezzül etmeden yürüdüm. Sizi, gözlerinizi, kurduğum hayal alemini düşünürken yürüdüm. Konağa ne vakit vardığımı, bu kağıdı kalemi ne vakit elime aldığımı bilmiyorum. Bu gece yazmak istiyorum Küçük Hanım. Sadece size yazmak istiyorum. İçimdeki fırtınayı anlatmak için bütün sözlüklerimi masama koydum. Yarısına kadar kullanılmış bütün mumları yenileriyle değiştirdim. Çünkü Biliyordum bu gece o kadar çok yazacaktım ki mumlar, mürekkepler yetmeyecekti. Masama birer tane koyduğum sözlükler yetmeyecekti. Onlar bile içimdekini size sunmama yetmeyecekti. Sayfa sayfa aradım sizi. Bende yarattığınız hissi biraz olsun size anlatabilmek için Yunanca, Fransızca, Arapça, İngilizce başka hangi dil sözlük varsa elimde aradım. Şafağın ilk ışıkları Smyrna'yı aydınlatana kadar aradım. Görevliler bu akşamki balo için etrafı düzenlerken aradım. 

Yoktu Küçük Hanım. 

Diğer kağıda yazdığım bütün kelimeler yetmiyordu. Kifayetsiz, biçare halde ne yapacağımız bilemezken sözlüklere bakmayı bıraktım ve gömleğimin birkaç düğmesini açıp, ceketimi çıkarttım. Size de söylediğim gibi, konağa girdiğimde yaptığım ilk iş masanın başına geçip kelimeler arasında kaybolmaktı. Kaldı ki kafamdaki şapkayı çıkartmayı son anda akıl edebilmiştim. Yeleği de çıkartıp yatağımın üzerine attığımda boğazımdaki elleri daha fazla yok sayamayıp ağladım. Evet, ağladım. Beni bir an bile tereddüt etmeden vurabileceğiniz gerçeğine, işgal ettiğim topraklardaki zulme, ablanızın yanlış hislerine, yıllardır bir işe yaramadığımı hissettiğim ve zorla susturduğum çocuk için ağladım. Eğer hala sizi istemeseydim, hala o hayal aleminin tatlı esintisini hissetmeseydim her şey daha da kötüleşecekti. Bu kağıtta mavi mürekkep değil, yorgun vücudumda dolaşan kanla yazılmış kelimeleri görecektiniz. Sağ elim kalem tutmaktan uyuşmuş, sol elim sözlük sayfalarını çevirmekten yorulmuş, gözlerim mum ışığında bütün gece kelimelerin arasında koşuşturmaktan kızarmış, kalbim sizin sularınızda boğulmuş. Tereddüt etmeden parmak uçlarım aşınıp kanayıncaya kadar yazarım size lakin dediğim gibi, hiçbir dilde tarifiniz yoktu. Sizi düşündüğüm anda her şey yok oluyordu sanki. Osmanlıca yazdığım kelimeler satırda birbirine karışıyor, şuurum zevk aldığı oyunlardan birini daha oynuyordu. Bu mektubun sonunda piyale-i telhî-i hayatın zehrabesine* benzer gözlerinize ulaşıp, Fuzuli'nin satırlarında buldum kendimi. 

'Zevk-i tîgundan aceb yok olsa gönlüm çâk çâk. Kim mürür ilen birağur rahneler divâra su.'**

*Acı hayat kadehinin zehirli suyuna.

**(Ey sevgili!) Senin kılıcın (kılıca benzeyen keskin bakışlarının) zevkinden gönlüm parça parça olsa da buna şaşılmaz. (Nitekim) Su da akarken duvarda yarıklar meydana getirir.

Kağıt EvlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin