uzun yıllar boyunca onu mutlu edebilmek için savaşmıştım. herkesi karşıma almış ve sevdiğim adamla olmamı engelleyen herkese karşı çok büyük bir nefret beslemiş, bazılarına da ciddi psikolojik zararlar vermiştim. onun için ailem ve sevdiklerimden çok, kendimden vazgeçmiştim.
küçük bir kız kardeşim vardı. adı, junghee. zihinsel bir engeli vardı ve babam o doğduktan sonra 'özürlü bir çocuğa' babalık yapamayacağını söyleyip bizi terk etmişti. ben gitmeden önce ise yalnızca beş yaşındaydı, küçük meleğim. omuzlarının üstünde kalan siyah saçlarını kahkülleriyle süslemişti, büyük kahverengi gözleri vardı ve her zaman sevgi dolu bakardı. gözleri sevgiyle parlardı. beni her gördüğünde koşarak üstüme atlar ve hâlâ tam olarak söyleyemediği kelimeleri biraraya getirerek beni çok sevdiğini ve onun kahramanı olduğumu söylerdi.
onu arkamda bırakacağım günden önceki gece benimle uyumak istemiş ve onu bırakamayacağımı bildiğimden izin vermemiş, odamın kapısında hıçkıra hıçkıra ağlamasına sebep olmuştum. daha sonra dayanamayıp onu odama aldığımda bacaklarıma sımsıkı sarılmış ve onu hiç bırakmamamı söylemişti. gözyaşları yanaklarından hızla süzülürken bana yalvarmıştı. o gece uyurken bile bir saniye olsun beni bırakmamıştı. ertesi gün işe gitmem gerektiğini söylemiş ve onu yatakta yalnız bırakmıştım. küçücük bedeni kocaman yatakta kaybolmuştu.
saçlarına öpücüklerimi bırakırken sürekli mırıldanmış ve ufacık elleriyle yanaklarımı yakalamaya çalışmıştı. uykusunu daha fazla açmak istemediğim için hazırladığım küçük valizi almış ve odamdan çıkmıştım. içimden bir ses gitmemem gerektiğini söylüyordu ancak o sese aldırmayıp sevdiğim adamın kollarına atmıştım kendimi.
gittikten iki yıl sonra, junghee'nin öldüğü haberini almıştım.
annem onu evde yalnız bırakıp dışarı çıkmış ve kapıyı da küçüğümün üstüne kilitlemiş. acıktığı için kendine yemek yapmaya çalışırken ocağı açtığı anda gaz tüm eve yayılmış ve saniyeler içinde büyük bir patlama sesiyle birlikte iki talı büyük ev küçük meleğimin üstüne yıkılmış. küçücük bedeni beton ve tahta parçalarının arasında ezilmiş, patlama etkisiyle vücudu parçalanmış.
bunun acısını ömrüm boyunca yaşayacaktım. kardeşimin ölümüne ben sebep olmuştum. onu kendi ellerimle ölümün, annemin, kucağına bırakmıştım.
çizdiğim resime gülümseyerek baktım. çizdiğim son şeyin küçük meleğimin güzeller güzeli yüzü olmasını istemiştim.
yüksek tabureden kalkıp kapıya ilerledim. odadan çıktıktan sonra her odayı tek tek gezdim, anılarımızı zihnimde canlandırıp gülümsedim. çok güzel yaşamıştım onunla birlikte. sevgisini hissettiğim her an çok güzeldi.
merdivenlerden inerken elimi duvardaki çerçevelerde gezdirdim. evlendiğimiz gün çektiğimiz fotoğrafa baktım. çok mutlu görünüyorduk. mutlu olduğumuz kadar heyecanlıydık da. sonunda her şekilde ona ait olacağım çok mutluydum. sonsuza dek beni seveceğini düşündüğüm için çok mutluydum. bir kız, bir erkek çocuğumuzun olacağı mutlu bir yuva kuracağımızı sandığım için mutluydum. acıların içinde tek başıma boğulacağımı nereden bilebilirdim ki? acılarımın tek sebebinin o olacağını nereden bilebilirdim?
son basamaktan atlayıp sağ tarafta kalan mutfağa girdim. burada yaptığımız ilk yemeği hatırlıyordum. yiyiştiğimiz için fırındaki tavukları unutmuştuk. o gece yiyecek yemeğimiz olmamıştı ve dışarıdan da yemek söylememiştik. namjoon hazır yemek yemeyi sevmezdi. o kadar sevmezdi ki, o gece aç yatmıştık ve ben midemin gurultusundan uyuyamamıştım.
köşedeki küçük çekmecelerden birini açıp içindeki çakmağı elime aldım. küçük adımlarla salona gidip geniş koltuğun önüne, yere oturdum. sırtımı koltuğa yaslayıp dizlerimi kendime çektim. bileklerimi de dizlerime yasladım.