namjoon geç geleceğini belirten bir mesaj attığında ona gideceğini anlayıp evden çıkmıştım ve şimdi her zaman buluştukları eve gidiyordum. onları rezil etmek için değil, birlikteyken mutlu olup olmadıklarını görmek için.
ücreti ödeyip taksiden indim ve eve baktım. cidden büyüktü ve çoğu duvarı camdı. bu evi ona namjoon'un aldığına adım gibi emindim.
saate baktığımda bir saat önce buraya geldiklerini fark ettim. hızlı adımlarla merdivenlerden inip bahçeye girdim. yatak odasının olduğu tarafı biliyordum. arka bahçeye bakıyordu.
arka bahçeye geçerken kalbim duracak gibiydi. nasıl bir görüntüyle karşılaşacağımın farkındaydım, kendimi buna hazırlamıştım. dayanabilirdim.
ağaçların arkasına geçtiğimde onları görmüştüm. durduğum yerden çok net bir şekilde görünüyorlardı.
vücudunun onunkine karıştığını görebiliyorum. tenine çarptığını, yanıp tutuştuğunu, teninde yanıp kül olduğunu, küllerinin ise etrafa yayıldığını.
ne kadar zevk aldığını görebiliyordum. yüzündeki gülümsemeyle ona bir şeyler söylediğini görebiliyordum.
göğsüm sıkışırken elimi kalbimin üstüne koyarak derin nefesler alıp vermeye başladım. aldığım nefesler yetmiyor, başım dönüyor, midem bulanıyordu. vücudumda gezinen tuhaf bir his vardı.
gözyaşlarımın izin verdiği kadar görebildiğim yolda ilerleyip çıkışa ulaştım. namjoon kendini bırakana kadar onları izlemiş ağlamıştım. bu kadar acıya nasıl dayandığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. yukarıda bir tanrı olduğuna inanıyordum ve o tanrı, bana her zaman güç veriyordu.
çağırdığım taksinin geldiğini gördüğümde hemen binmiş ve telefonumu cebimden çıkararak namjoon'a mesaj atmıştım.
'boşanmak istiyorum.'