Gözlerimi açtığımda gördüklerimin gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu hala idrak edememiştim. Ama tatbiki 2 senedir aynı şeyi yaşıyordum kabuslar, kabuslar, kabuslar. Sıradan insanların uyuduğu ve 8 saatlik huzurlu dinlenme süreci benim için 6 saat ve her saat başı bir kabustan sıçramakla mahrum kalıyordum. Tabiki yanlış anlaşılmasın bu kabusların bi kısmından memnundum, elbette kim kabuslardan memnun okurki, gerçekleşmediği sürece.. Ilk başta bende delirdiğimi düşünüyordum ki zamanla alışıyor insan. Rüyalar er ya da geç gerçekleşiyordu nitekimki gerçekleşmeyen bir dizi rüyada beni endişelendiriyordu. Aslında buna endişelenmek denemez çünkü gerçekleşmesi imkansız olan şeylerin kafamı kurcalaması saçma diyerek kendimi telkin ediyordum.
Saat sabahın altısıydı ve benim midemde kötü bir olay olmadan önce olan "filler tepişiyor" duygusu zor dönüyordu. Bu duyguya geri uyumam anlamsızdı bende hazırlamış okula gitmeye karar verdim. Otobüse bindim ve en nefret ettiğim şeyi "düşüncelerimden kaçmalıyım" hedefiyle müziği son ses açıp kafamı dağıtmayı denedim fakat nafileydi hala o rüyanın anlamını çözmeye çalışıyordum;
Arabaya ilerliyorduk, yüzünü görememiştim ama siyah saçlıydı, göz rengini hatırlamıyorum ama bana baktığında neler hissettiğimi hatırlıyordum, etkileyiciydi, rengi bilmesemde okyanusta gri gökyüzünün altından beni kurtarmaya gelmiş ancak o yabancıya güvenmesem gerektiği hissiydi. Hiçbir ses yoktu, arabanın motorundan gelen ses bile yoktu. Sadece bana bakıyordu ara sıra, duygularını veya ne düşündüğünü anlayamayacağım şekilde. Hava soğuktu fakat klima soğuğa açılmıştı, kot pantolonum ve hırkam beni anca ısıtıyordu. Onu üzerinde ise kısa kollu lacivert bir tişört vardı üşümüyordu, hatta neredeyse sanki orada öyle biri yok gibi bir izlenim veriyordu bana, heykel gibiydi adeta. Hatırladığım kadarıyla o kişiyi tanıdığımı söyleyemem ama beden tanımadığım birinin arabasına bindiğim sorusunu cevapsız kılıyordu bu. Bir yandan ına duyduğum güveni hatırlıyorum sanki hafızamı kaybetmişim ama diplerden yüzeye tırmanmaya çalışan düşünceler var gibiydi. Araba iki tarafı ağaçlık olan biyordum ilerliyordu. İçimden arabadan atlayıp kaçmayıda düşünmüştüm ama kurt sürüsüne yem olmaktansa daha güzel bi ölümü yeğlemiştim. Sonra sessizliği bozdu, "herşeyin doğrusunu söyle zaten cevapları biliyorlar" dedi. Onlar kimdi? Hangi, neyin cevabından bahsediyordu? Cevap vermedim, demekki o da cevabı biliyordu. Sesi havada kalmıştı. Kadife, yoğun bir kahvenin verdiği his vardı sesinin tınısında. Bu sesi tanıyordum, sıcak bir ses, söylediği herşey, ne söylerse söylesin doğruymuş hissi veren bu sesi tanıyordum. Düşünürken arabayı durdurdu. Durduğumuz yerde arabalar için özel bir yer yoktu tam yolun ortasındaydık. "Burası" dedi hiç duygu olmayan sesiyle. Ne için burası? Ne arıyorduk ki burada? Arabadan indik, devam et dedi. Yürümeye başladım ormanın içine doğru. Nereye gittiğimizi bile bilmeden yolu bilmemi beklemiyordu herhalde. Yolu biliyorsun dedi tam o sırada. Bi an düşündüklerimi sesli mi söyledim diye endişelendim. Sorgulamadım ve yürümeye devam ettim sorgulamamda birşey değişmeyecekti büyük olasılıkla tüm kontrol ondaydı ve sonuç olarak bir ormanın ortasında bir erkek olarakta bütün avantaj ondaydı. Bu kadar soru arasında düşünmem gerekenin sadece bir kısmıydı bu. Kaçacak bir yer yoktu. Çığlık arsamda kimse duymazdı çaresizce yürümeye devam ettim. Korkmuyordum, çok anlamsızdı. Sadece bu yabancıya sarılmak istiyordum, gene çok anlamsızdı. Bu yabancıda ne vardı, içimde onunla büyünmüş gibi hissettirecek duygu nereden geliyordu. Yaklaşık 18 dk ve 23 saniye sonra bir nehir kıyısına geldik. Nehire paralel olan bir kapı ve hafif aralanmıştı. O kapının orada ne işi vardı? Kapıdan karşı kıyıyı görebiliyordum. Yol boyunca tek kelime etmeyen yabancı "geldik" dedi. Evet esrarengiz bir kapıyı saçma bir yürüyüş sonunda esrarengiz bi ormanda bulmuştuk. Bu muydu yani bütün bu gizem bunun
için miydi. Bu işte farklı bişey var olmalıydı. Ne anlama geldiğini bilmediğim kapını önünde dikilirken kapının aralığından karşı kıyıda birşey gördüm, bir karanlık, yüz hatları belli olmayan insan siluetinde bir tül gibiydi. Sinsice güldüğü anlaşılıyordu ve bize doğru yaklaşmaya başladı. Sanki bizi yiyecek gibi gözlerime kitlenmişti. Telaşlandım, saçma yabancı içinde telaşlandım, hatta korktum ve hatta kaçmak için elim ayağıma dolandı. Tam hamle yapmak üzereyken yabancı kolumu tuttu.öorkma devam edelim dedi. İşte bu sefer sinirlenmiştim. Korktuğumu belli etmivrk ses tonu takınarak ciddi bit şekilde " hayır yeter artık neden buradayız bilmiyorum ve burdan hemen gidiyorum uzak dur" diyerek onu savurmaya çalıştım ki kıpırdayamamıştım bile. Daha çok sinirlenmeye başlamıştım, uzun siyah saçlarımla onu boğmayı planlamaya başlamıştım ki bu saçma fikirden sonra yerde bi taş parçası aramaya başladı gözlerim. Bu kesinlikle bir oyundu ve bu oyunun ortasında kapana kısılmıştım. Bu yabancıya bu denli güvenmem beni kırmıştı, güvenimi boşa çıkarmıştı ki bu da saçmaydı bana tatbiki herşeyi yapabilirdi burda ona güvenen salak bendim ve aldatılmıştım. Ama genede ona bağlıymışçasına güvenmek istiyordum sadece bana sarılmasını ve teselli etmesini istiyordum başlı başına saçmalıktı. O bir hırsız, seri katil, herşey olabilirdi. Beynim bu düşünceyi kabuk etmiyor ve içimden bir parçaymış gibi sahip çıkmak istiyordu, beni tuzağının tam ortasına getirdiği apaçık belli olsada. Tam bana yaklaşıyordu ki beynimden "seni öldürecek seni öldürecek" sinyalleri çalmaya başladı. Ölümü çok yakın hissediyordum kapının arkasındaki silüetin yaklaşmış olma ihtimali oldukça yüksekti ikimizde ölecektik. Çığlık atmaya çalıştım atamıyordum, adeta sesimde boğuluyordum nefes dahi alamıyorken tam o sırada uyanmıştım. Evet kesinlikle saçma bir rüyaydı ve düşündükçe beni çürütüyordu. Düşünmektende kendimi alamıyordum. O yabancı kimdi, sesini tanıdığıma yemin edebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüya
Teen Fiction-Gerçek bir hikayenin kurgusu- Bir bilinmezlik ve rüyalar hiç bu kadar gerçek olmamıştı.