Yeni Çocuk

99 6 2
                                    

Dün yaşanan olaylardan sonra okula gitmek çok zor olucaktı. Düşüncelere fazla takılmadan giyinmeye koyuldum. Kafamdaki sorgulamalardan kaçmaya çalışırken vücudumdaki yanıkları unutuvermiştim. Bunun akabinde bunun akabinde üstümdekileri bir çırpı değiştirdim ve yerine yanıklarım gözükmeyecek şekilde başka birşeyler giydim. Okuldakilerin sorgulamasına katlanamazdım nitekimki daha kendi sorularıma cevap bulamıyordum, hatta soruların ne olduğuna dair bile bir fikrim yoktu. Elimi çabuk tutmalıydım, okulun oradan geçen yanlızca tek otobüs vardı ve o da sadece saat başı geçiyordu. Otobüse ulaştığımda tanıdık bir sürü yüz vardı. Bazıları neşe içinde birşeyler anlatıyor bazıları ise uykulu gözlerle etrafa bakınıyorlardı. Öğrencisi az kendi halinde herkesin birbirini tanıdığı bir okuldu bu ama bugun diğer günlerden farklı olarak tanımadığım birkaç yüz vardı. Diğerlerinin yeni insanlarla tanışmaya heves etmelerinin aksine bu seromoni havasından sıyrılarak sınıfa geçip oturdum. Yeni insanlar beni hiç ama hiç ilgilendirmiyorlardı, hatta hep yeni insanlarla tanışmaktan kaçmış, yenilikten nefret etmişimdir. Belirli alışkanlıklarımın dışına çıkmazdım. Hergün oturduğum yerime oturdum ve çok geçmedende Yavuz geldi. Klasik sabah muhabbetimizi yaptık... Hoca sınıfa girdiğindede biz hala boş konuşmalara devam ediyorduk. Bugun özellikle dikkatli olmalıydım, bu depresif ruh halimi herhangi biri farkettiğinde kaçınılmaz bir soru yapmuruna tutulabilirdim. Ve bı yapmacık ilgi bombardımanı da nefret ettiklerim arasında yer alıyordu. Dersimiz yabancı dildi ve hoca hepimizi bir anda susturdu. "Evet arkadaşlar sizi biriyle tanıştırmak istiyorum, arkadaşınız Poyraz sınıfımıza yeni geldi, kendisi okulumuzdaki yabancı dil derslerine yarım zamanlı olarak katılacaktır. Tenefüste kendisiyle tanışırsınız, şimdi derse dönelim." Bütün kızlar çocuğu yiyecek gibi bakıyordu. Çocuk ise sakin bir tipe benziyordu, kendine has bir havası vardı. Birazcıkta burnu havada gibiydi. Siyah saçlı, soğuk benizliydi, yaşça büyük duruyordu nitekimki yarı zamanlı öğrencilerin çoğu yaşça büyük olurdu; yarım zamanlı öğrenciler genellikle liseyi bitirmiş ama üniversitede kazandığı bölümü beğenmeyip yeniden hazırlananlar oluyordu. Istedikleri bölüm liseden mezun oldukları bölümle eş değer değil ise son sınıfı tekrar okurlardı. Tenefüste herkes çocuğun etrafına toplanmıştı onun yerinde olmayı hiç istemezdim. Çok geçmeden kalabalık dağıldı anlaşılan o da insanların bu yapmalık samimiyetlerinden hoşlanmıyordu. Sınıfın bu kargaşasına daha fazla katlanamayacağımı düşünerek dersten çıkmaya karar verdim. Biraz düşüncelerimle yalnız kalsam iyi olacaktı. Bahçenin ucra bir köşesine kuruldum ve Goethe'nib Gen Werther'in Acıları adlı kitabını okumaya başladım. Ama okuyamıyordum zihnim o kadar bulanıktı ki odaklanamıyordum. Derin bir nefes alarak dün olanlardan kaçamayacağımın bilincinde değerlendirmeye koyuldum. Aslında düşünecek kayda değer birşey yoktu. Yangının kasıtlı çıkarıldığını düşünmüyordum ancak içimden bir ses kasıtlı yapıldığını söylüyordu ve bu ses içimi huzursuz ediyordu. Okul bitene kadar (genellikle boş olan) spor salonunun soyunma odasında uyumaya karar verdim. Çıkışta Yavuz beni durdurdu "nerelerdeydin çok merak ettim hem dün olanları duydun mu? Şu senin hep gittiğin bar varya Poseidon orada yangın çıkmış, orada değildin heralde?" Evet sorulardan kaçamamıştım. "Hayır tabiki Yavuz, orada değildim. Orada olsaydım sence şu an burada olur muydum?" "Süper süper heyecanlandım bi an hadi neyse görüşürüz Merveyle buluşucam geç kaldım" diyerek gitti. Eve giderken gene patika yolu kullanmaya karar verdim, nede olsa bir acelem yoktu. Kulaklığımı takmak yerine bu sefer doğayı dinlemeyi tercih ettim. Ağaçların birbirine sürterek çıkarttığı sesler, kuşların cıvıltıları ve niceleri insanın ruhunu okşuyordu. Yolun yarısını katettikten sonra ise şehire yaklaşmış olmanın verdiği etkiden dolayı bu sesler eser kalmıyordu. Yavaş yavaş, tam bir sarhoş edasıyla ilerlerken ağaçların çıkardığı seslerden ayrı olarak olarak çıtırtılar duymaya başladım. Biri beni takip ediyordu. O an damarlarımdan akan bir adrenalin duygusu bütün vücudumu sarmaya başladı. Geçen gün ki o tuhaf telefondan sonra hala bu yolu kullanıyor olmam gerçekten hiç akıl karı değildi. Etrafıma bakındım, zarar berici birşeyler bulmayı ümitleyerek. Tabikide etraf taş doluydu. Tam taşa yeltendiğim sırada bir el kolumu kavradı. "Bana zarar vermek mi istiyorsun" dedi sınıfa yeni gelen çocuk. O an beynim kendini kapatmıştı ve şu an yeniden başlatılıyordu. Düşünme kabiliyetimi yitirmiştim ve ne diyeceğimi bilemedim. Utanmıştım. Ama neden utanmıştım ki bunda utanılacak birşey yoku sadece kendimi savunuyordum. "Şey ben sadece takip edildiğimi sanmıştım" diye yanıtladım. "Niye takip edilesin ki birilerinin seni takip etmesini gerektirecek kötü birşey mi yaptın? Birilerini rahatsız eden mesela?" Bu çocuk ne demek istiyordu ki? Birşey mi ima etmeye çalışıyordu, tehditlar tavırları sinir bozucuydu. Hem benim gibi bir insan ne gibi bir rahatsız edici durum yaratabilirdi ki... Bu çocuğun beni "kendimi savunma"ya zorlaması sinimi bozmuştu. Resmen hesap soruyordu. Bu saçma soruya cevap vermeden ters ters bakarak yoluma devam ettim. Bana yetişti ve "kahve içmeye mi? Eşlik etmek çok isterim" dedi. Evet bu çocuğu acayipler listeme ekledim. Sadece 1 dakika önce tehditlar bakışlarla beni sorgulamaya almışken bu sevimlilik şimdi niyeydi? Zorla kendini davet ettiriyordu resmen. Asıl soru ben bile daha kesin olarak kahve içmeye karar vermemişken o nasıl kahve içeceğimi bilmişti? "Ben kahve sevmem" diyerek geçiştirim. "Ama sabah termosunda kahve vardı" şimdide beni yalancı yerine koyuyordu. Sinirlerimi tepeme çıkarmayı başarmıştı bu ne cürretti! Hem benim termosumda kahve olduğunu nereden biliyordu sapık gibi takip mi ediliyordum yani... termosumu bir dakika bile yanımdan ayırmamıştım, bilmesi olanaksızdı. Kaçacak bir kapı bulamadım. Sadece yarım saat diye geçirdim içimden, sonra bir bahane bulup kaçacaktım. "Tamam o zaman" dedim, "sadece yarım saat."

Bizim evin oralarda, ara sokakların birinde, kendi halinde bir kafeye oturduk. 2 kahve söyledik. Uzun süre ikimizde konuşmadık. Benimde zaten konuşmaya niyetim yoktu ne de olsa zoraki bir görüşmeydi bu. Sessizliği ilk o bozdu, "hangi bölümü düşünüyorsun" diye sordu. "Psikoloji" diye yanıtladım. Hiç uzun cevaplar verme niyetinde değildim. "Bende psikoloji okudum" diye sürdürdü. Kahve boğazıma takılmıştı, ağzımdan geri çıkmaması için epeyce çaba gösterdim. Kaç yaşındaydı ki bu çocuk? şaşkın şaşkın bakmamdan anlamış olacakki "24 yaşımdayım" dedi. "Şimdi Alman dili ve edebiyatı için okunuzdaki almanca derslerine katılıyorum" diye yanıtladı aklımdaki soruları. Evet bu çocuk kesinlikle zihnimi okuyordu. Şu an işin rengi hayli değişmişti. Aklkmda bir sürü soru vardı ve bütün soruların cevabını almak için can atıyordum. "Peki neden yeniden üniversiteye girmek istiyorsun ki? O kadar almanca öğrenmek istiyorsan bir dil kursuna gitseydin ya?' Diye sordum. "Okumak kadar güzel başka birşey var mıdır Lena? Buralardaki en güzel Almanca öğreten yer sizin okul olduğu için burayı seçtim" dedi. Evet aklkmdaki ikinci soruyuda yanıtlamıştı. Ayrıca söylediğinin aksine bizden iyi birçok yer vardı. Ben birşey söyleyemeden söze atıldı "koluna ne oldu?" Evet sormaması gereken soruyu sormuştu. Bunu sorarken önceki söylediğine nazaran daha soğuk, ifadesiz ve sertti. Bu çocuğun ruh hali her 5 dakikada bir değişiyordu. "Yemek yaparken oldu" diye geçiştirdim ama asıl soru şuydu, kolumda yanık olduğunu nereden biliyordu. Bu çocuğun hem esrarengiz olması hemde haddi olmayan şeylere burnunu sokması çok sinir bozucuydu. "Hem sen nereden biliyorsun ki kolumda yanık olduğunu" diye sordum tehditkar bir şekilde. Yüzü hala ifadesiz ve soğuktu hatta elinde olsa kalkıp gidecek kadar sinirli bakıyordu. "Taşa bana atmak üzere yeltendiğin sırada" diye net bir cevap verdi. Ve sonra bir anda gülümseyerek " psikoloji okumanın faydalarından biride karşındaki insanı gözlerinden bile okuyabilme yeteneğini sana bahşediyor, ve empati yeteneğinide tabiki. Bazı şeyleri önceden kestirebiliyorsun ve sorgulama kabiliyetinde artıyor en nihayetiyle" şaşkınlık içinde ona bakıyordum. Sormadığım halde bu açıklama niyeydi? Ve ekledi "sadece yarım saatin olduğunu söylemiştin geç kalmayasın, arzu edersen kalkalım?" "Eee evet tabi olur" diye yanıtladım. İlk söze başladığında deli gibi sinirlenmiştim şimdi ise adeta bir kuzuya dönmüştüm. Koluma ne olduğunu hiç sormamış gibi değiştirmiş öte yandan yüzüne salak bir sırıtış takınmıştı. Ve bahsettiği o tehditlar konuyu büyük bir sakinlikle anlatmıştı. "Senin ne yaptığını biliyorum" tarzında bir uyarı yapmış gibiydi. Ayrıca bana neydi ki onun empati yeteneğinden. Kendini öyle bir anlatmıştı ki sanki ben öğretmen o da öğretmenine alttan alttan geçiren, sözlüye kalkmış masum bir öğrenci gibi. Sonundada bana söyleyecek hiçbirşey bırakmamıştı. Ve büyük bir duyarlılıkla(!) kalkmayı teklif etmişti. Ah ne centilmen ama(!).

Eve vardığımda olağanüstü bir yorgunluk çökmüştü üzerime. Okulda da uyumama rağmenbu yorgunluğa anlam verememiştim. Tek açıklaması yarım saatlik psikolojik saldırı sonrası gerginliğin yarattığı çöküş olabilirdi. Ne kadar uyumayı sevmesemde, oturup uçsuz bucaksız düşüncelere kapılmaktansa uyumayı yeğledim.

RüyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin