Ateş söndü. Turuncu kuş tüylerinin, is tutmuş tavandaki dansları iki nabızda bitti, yerini fosforlu griliğe bıraktı. Kemiklerin ve kül örtülü paçavraların arasında kalan köz parçaları, odanın ortasında uzun uzun ama güçsüzce nefes almaya devam etti. Sırtımı soğuk taş duvara yaslamış, közlerin üzerinden daha derinlere bakarak yatıyordum. Gözkapaklarım, gözlerimin ardında iki sünger taşı gibiydi, kapatamıyordum. Ateşi böyle yere yatmış izlerken güneş sayamadığım kere doğup batmış, bir zaman sonra da doğmaz olmuştu. Siyah demirlerle kafeslenmiş pencerelerden artık sadece ayın yeşil ışıkları giriyordu.
Kızarmış tahtaların ve kumaş parçalarının dalgalanmalarında denizi gördüm. Hatırlamak artık çok zor. Kim bilir kaç ömür boyunca görmediğim şeyler bazen minik bir rüzgar gibi kafama doluşuyor, esip geçiyorlar, belki de hiç geri gelmiyorlar. Parmaklıkların arkasından, duvarlardan, dışarıya dair, başka hayatlardan sesler gelirdi. Ondan çok önce de denizdeydim. Buraya kapatılmadan önce dalgaların üzerinde sallanarak uyurdum. Sonrasında ise demirden eldivenleriyle tokat atan gardiyanlar ve kanımla karışmış idrarımın içinde uyuduğum yıllar...
Neden, hatırlamıyorum. Öldükleri zamana kadar hiçbir şey bilmedim, sonrasında da bilmedim. Denizi özledim, sonra kokusunu unuttum, soğukluğunu, ıslaklığını unuttum, sonra özlem duymayı da diğer hislerimle birlikte kaybettim. Hepsi öldü, bense burada kaldım.
Tıkırtılar geldi. İrkilerek doğruldum ve sese doğru döndüm. Tek başıma olmadığımı çok sık unutuyordum. Oda arkadaşım da benimle aynı unutulmuşluğu yaşıyordu. Odanın diğer köşesinde, o da yerde yatıyordu. O çoktan silinmişti. Derisi rengini kaybetmiş, vücudu kemiklere sarılmış gri çürük bir beze dönüşmüştü. Neden bilmem, hala kaçmaya çalışıyordu. Kalın taş duvarı kazımaya çalışan parmakları, artık uçlarını kaybetmiş, geriye çoktan kuruyup kararmış kandan bir çizgi bırakmışlardı. Oysa hala kemiğini taşa sürtüyor, ne nefes alıyor ne de düşünüyor, sadece bunu yapıyordu. Bazen günlerce, haftalarca devam ediyordu. Ona baktığımda bir an için durdu ve kafasını kaldırıp bana döndü, beyaz renksiz gözlerle bana doğru baktı, kuruyup yırtılmış ağzı, kemiğinin beyazı ve sıra halindeki dişlerinin göründüğü çenesini yukarı çekip kapattı, tıslayarak nefes almaya çalıştı ve duvarı kazımaya geri döndü.
Tıkırtılar yükseldi, duvardan kopup düşen tozlar yere çarpıp odanın karın gurultusuna eklendi. O gündeydim artık, herkesin kurtulduğu gün... Başlarda müzik vardı. Yıllarca sadece çığlıkların, öksürüklerin ve küfürlerin olduğu bu hapishanede ilk kez bir müzik duymuştuk. Önceleri ritimsiz, boğuk bir sesti sadece. Yükseldi, havanın titrediğini gördük, sonra gökyüzü çatladı. Bir yumurtanın kırılması gibi boydan boya çizildi ve arkasındaki renk cümbüşünü ortaya serdi. Çok kısa bir an gerçek karanlığı gördük. Karanlık rengarenkti ve bir girdaptı gökyüzünün arkasında. Sonra aşağı akmaya başladı, her yere bulaştı. Kararmış, çamurlaşmış halde tekrar çatlağına dönüp kaybolduğunda beraberinde herkesin hayatını götürmüştü. Tanrı yaptığı şeyi bozmaya karar vermiş, herkesi böcekler gibi kibrit kutusuna geri almıştı. Bizi unutmuştu, geriye yalnızca duvarı kazıyan ve ateşi izleyen iki paçavra kalmıştı. Fark edilmeyi çok bekledik fakat kimse bizim için geri dönmedi. İki gardiyanın koridordaki cesetleri biz izlerken yavaş yavaş, yıllarca çürüdü, toza dönüştü, esintilerde savruldular ve yok oldular. Dışarıdaki ağaçlar birer birer kurudular ve yıkıldılar. Bir türlü sönmeyen ateşimizden başka bir şey kalmadı.
Unutmaya başladığımı çok sonradan fark ettim. Kimdim, neydim, neler olmuştu, bütün sorular alnımın arkasında solucanlar kıvranmaya başladığında cevaplarını yitirmeye başladılar. Çürüyordum. Diğeri de çürüyordu ve sonrasında ne olacağını bilmiyorduk. Ruhlarımız, bilinçlerimiz burada kalmıştı. Çoktan ölmüştük. Çoktandır nefes almıyorduk, kanımız akmıyordu, semsert ve soğuktuk ama hala buradaydık, hala hareket edebiliyorduk. Edemediğimiz zamanlar da gelecek miydi, hepten mi hapsolacaktık?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çürük Öyküler
FantasyKendini evrenin dışında bulan, ölmeyi veya doğmayı başaramayan, ya da zihnini parazitlerden koruyamayan insanların öyküleri... Karanlık, ıslak ve soğuk sayfalarla dolu bu kitapta, çoktan unutulmuş olduğunuzu hatırlayacaksınız.