Metalin çınlamasıyla irkilerek uyandım. Gözlerim zaten açıktı ve ayaktaydım. Yer altımdan çekildi, tutunacak bir şey bulamayıp kıç üstü düştüm. Elimdeki baltayı o zaman fark ettim. Pantolonum ıslandı. Kalkmak istedim, elim sıcak bir şeye bulandı. Kulaklarım tıkanmıştı, inleyen bir sesle açıldı: "Lütfen yeter artık!".
Karşımda, yerde birisi vardı. Saçma sapan şeyler giymiş, iri bir adamdı. Kocaman gözlerle bana bakarak sızlanıyor ve ağlıyordu. O gözlerde kendimi gördüm ve anladım. Hala sıkıca tuttuğum baltayı bıraktım ve adamdan uzaklaşmaya çalıştım. Ayağım uzun tüylü yapış yapış halıda kaydı ve tekrar düştüm. Burnum tekrar koku almaya başladı. O yoğun demir ve tuz kokusunu duydum. Her yer kana bulanmıştı. Başka taraflara bakmaya korktum. Hemen ceplerimi karıştırmaya başladım. Sigara lazımdı.
Ben kırmızı bir sigara dalını ağzıma götürüp titreyen ellerimle yakmaya çalışırken, adam hala yüksek sesle inliyor, ne dediği anlaşılmaz şekilde bana yalvarıyordu. "Kapat çeneni!" diye bağırdım boğazımı acıtarak. Adam birden sustu, sonra da üstüne kustu. Devam etmeyeceğim zaten, diye düşündüm dumanı üflerken. Ne bok yediğimin farkındayım artık, bitti. Sakinleşmek için mor ışığın içinde dönen dağılan dumanı izledim. Işık nefes alır gibi değişti, pembeye, sonra maviye döndü, adamın hıçkırıkları azaldı. Nabzım yavaşladığında artık durumla yüzleşme zamanımın geldiğini düşündüm. Sigarayı halının üzerinde söndürüp yenisini yaktım ve etrafıma baktım.
Büyük bir odaydı. Güzel deri koltuklar, bir bar, kocaman bir müzik seti, disko topu, dans direği... Parti güzel başlamış belli ki. Ben gelene kadar iyi eğlenmişlerdir. Zavallılar, diye geçirdim içimden vücut yığınına bakarken. Üst üste yatmış, kapıya uzanmış, elindeki şişeyi hala tutan, kimi kolsuz, kafasız gövdeler... Kesik bir kablo, karnındaki yarıktan bağırsakları taşmış bir kızın yanında duruyordu. Neyse ki müziği kesebilmişim, yoksa önümdeki herif de geberecekti. Gerçi hala ölecek ama belli olmaz. Bacağından büyük bir parça almışım, havlu falan bulmalıyım.
Banyoyu bulmak için ayağa kalktım. Adam ince bir çığlık attı, birden kafamdaki bir şalter attı. Ona doğru dönüp anlamsız bir şey böğürdüm. Korkudan altına ediyordu ve sızlanmayı bırakamıyordu. Tekrar sakinleştirdim kendimi ve "Sana çeneni kapat demiştim!" dedim. "Eğer bir ses daha çıkarırsan seni gebertirim. Şimdi olduğun yerde dur da sana yardım edeyim.".
Sessizce ağlamaya devam eden adamı bırakıp banyoya girdim. Bembeyaz havluları alırken aynada kendimi gördüm. Her yeri kana ve dışkıya bulanmış, kel kafalı, morarmış gözlü bir yaratık... Kafamın üzerinde yeşil kılcal damarlar toplanmıştı. Parazit. Nasıl ve nereden bulaştırdım kendime bilmiyorum. Yıllardır devam eden bu kabus, her seferinde daha da vahşileşen ataklarla sayısız insanı öldürtmüştü bana. Bir buhar makinesi tısladı, kafamdaki damarlar dans etmeye başladı, kalbim hızlandı ve yumruklarım sıkıldı. O aleti parçalayacağım! Hepsini geberteceğim!
Koşarak odaya döndüm. Soğuk duman cesetlerin üzerini kapatarak bir köşeden püskürüyordu. Yerdeki baltayı hızla kaptım ve bağırarak buhar makinesine saldırdım. Ne kırılıyordu ne de buhar salmayı kesiyordu. Sonra buharı bitti, vızıldayarak kapandı. Ama ben yatışmamıştım. Adama döndüm. Çığlık atarak kendini sürüklemeye çalıştı. Kaçışın yok!
Bir şeye takıldım ve cam bir sehpanın üzerine düştüm. Kırılan cam ellerime ve göğsüme saplandı, tekrar uyandım. "Sakın ses çıkarma! Lütfen!" diye seslendim adama yerde yatarken. Masayı fark etmemem çok iyi olmuştu. Onun için yani. Bana fark yaratan bir durum pek de yoktu. Yüzlerce leşim vardı zaten, bu herifi kurtarıp kurtarmamak bir şey değiştirmiyordu. Yine de deneyecektim, çünkü neden olmasın? Zaten başladım bir şeyler yapmaya.
Cam kırıklarının arasında kurtuluşumu gördüm. Rahatlığı daha doğrusu. Birkaç saatlik uzaklaşmayı, uyandığımda hala olduğum yerde olacağımı bilmeyi... Çeşit çeşit renkli hap yerdeki kanın içinde çözünüyordu. Ne olduklarını biliyordum. Keşke yanıma alabilsem, ama eriyorlar. Ellerimdeki büyük camları çıkardım, sürünerek haplara doğru gittim. Tıpkı bir hayvan gibi eğildim ve yerdeki kanı yalamaya başladım. Artık kolay kolay midem bulanmıyordu. Nefesim kesilene kadar içecektim bunu.
"Artık şu salağı öldürsen de gitsek diyorum."
Kafamı kaldırdım. Az ötede, beyaz bir büstün arkasında duvara yaslanmış duruyordu. Suratı yoktu, mantarlarla kaplı bir et parçasıydı, üzerine irin sızıyordu. Suratımı yine kana gömdüm ve içmeye devam ettim. Bir an önce işe yaramaları lazımdı yoksa tekrar başlayacaktı her şey.
"Bir işe yaramayacak biliyorsun. Eve dönsen daha iyiydi."
"Sen ne anlarsın?"
"Sadece söylüyorum. Buradan sonrası bende, sadece oturup beklemeni tavsiye ederim."
Yanımda duran baltayı ayağımla uzaklaştırdım. Başım zonklamaya başladı. Her an kurtulabilirim ondan.
"Sandığın şeyi içmiyorsun."
Haklı mıydı? Yanlış mı görmüştüm? Kafamı kaldırıp iyice bakmak istedim ama geriye bir şey kalmamış, hepsi eriyip gitmişti bile. Sinirli değildim, rahatlıyordum. Göz ucuyla köşedeki adama baktım. Gözleri kaymaya başlamış, bayılacaktı. Havluyu ona verememiştim, ama zaten ölüyordu. Buradan çıkmam lazım. Evime gidip kendimi kilitlemem lazım.
Doğruldum, göğsümdeki camları çıkarmaya başladım. Mantar adam saatine bakıyordu, beni tahrik etmeye çalışıyordu. Kafam kaşınıyordu. Elimi götürdüğümde filizlenen mantarları hissettim. Gerçekten yanlış şeyi içiyordum. Eve falan dönmeyecektim. Yeni bir ses duyana kadar bu kan gölünün içinde oturacak, sonra da koşa koşa gidip onu da susturacaktım. Cam parçalarından birini aldım, kafamın üzerine götürerek mantarları tıraşlamaya çalıştım. İnce bir sızı, sıcak bir sıvı aktı, gözlerime doldu. Mantar adam büstü hafifçe iterek düşürdü, dandik alçı yerde bin parçaya ayrıldı. Çıkan ses tüm vücudumu gerdi, adam yana düşerek inledi. Kan kokusu kesildi. Işık kırmızıya döndü, duvarlar eridi, vücutlar buhar denizinin üzerine teker teker yükseldi. Birisi evin kapısını açtı, yere bir şey düşürdü, çığlık attı. Balta elimdeydi. Mantar adam suratımın dibindeydi. Ağzını açtı, ağzımı açtım.
"Sessiz ol!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çürük Öyküler
FantasyKendini evrenin dışında bulan, ölmeyi veya doğmayı başaramayan, ya da zihnini parazitlerden koruyamayan insanların öyküleri... Karanlık, ıslak ve soğuk sayfalarla dolu bu kitapta, çoktan unutulmuş olduğunuzu hatırlayacaksınız.