Pencerenin önünde oturmuş, İzmir'deki olaylardan dolayı artık insanların çıkmaya korktuğu boş sokağı izliyordu genç kadın. İstiklâl Marşı'nın etkisi üzerine insanlar İzmir'i terk etmese de yine de gergin bir hava vardı. Tam da en çok ihtiyaç olduğu sırada Halit İkbal'in kalemini konuşturmaması çok ağrına gidiyordu. Hem Leon'a hem de babasına verdiği sözden dolayı eli kolu bağlı oturmak zorundaydı lakin artık daha fazla ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu.
Filipos'un kulağına gitme tehlikesinden dolayı artık Leon'la da görüşemiyordu. Babaannesi zaten kendisiyle konuşmuyordu. Annesini de pek göremiyordu. Babası Yunan ordusundaki biricik vazifesinin başındaydı. Ablası ise kendi derdindeydi. Evlilikleri gibi boşanmaları da ani olmuştu. Bugünlerde kendi dertleri yetmezmiş gibi ablasının da dertlerini omuzlamaya çalışıyor lakin ağlayacak bir omuz bulamadığı için her an yıkılacakmış gibi hissediyordu. Yalnız hissediyordu kendini. Bir de Leon'la yalanları ortaya çıkarsa hepten yapayalnız kalacaktı.
Daldığı düşüncelerden odasının kapısının açılma sesiyle ayrıldı. Arkasını dönüp baktığında babasının geldiğini görünce olduğu yerde toparlandı. Cevdet de kapıyı kapattıktan sonra ağır adımlarla gelip yatağın kenarına oturdu. Bir süre ikisi de sessizce beklediler. Cevdet konuya nasıl başlayacağını bilemiyor gibiydi.
"Geçen gün sana 'İyi misin?' diye sorduğumda 'İyi değilim, üzgünüm.' demiştin. Zaman iyileştirmese de alışmaya yardımcı olur, bazen unutturur kızım. Bu sebeple tekrar sormak istedim. İyi misin?"
"Bilmiyorum. Ama sen... Neden bu kadar sakinsin? Bacaklarımı kırman, beni odaya kapatman, benden hesap sorman gerekmez mi?"
"Gerekir. Lakin ben bir baba olarak vazifemi yerine getiremediğim için buna hakkım yok. Yanınızda değildim, sonra annenizin acısı... İhmal ettim sizi. Daha küçüksünüz Hilal. Ben size doğru yolu göstermediğim için yanlış yollara saptınız."
"Senin yaptığın en büyük yanlış o orduya hizmet etmen! Sen neden hala yanlış yoldasın?"
"Konuyu oraya getirme Hilal. Leon'un da bir Yunan olduğunu unutuyorsun sanırım."
"Eğer insanlar, bir insanın tenine, diline, dinine, ırkına değil de karakterine, ruhuna bakarak karar verselerdi şimdi huzurla yaşıyor olabilirdik."
"Benim karakterim mi kötü yani?!"
"Üzerinde üniformasını taşıdığın ordunun eziyetler ettiğini, kan kusturduğunu, bu savaşta haksız olduğunu bile bile onlara hizmet ediyorsun baba! Leon ise..."
O sırada sustu Hilal. Leon'la ilgili fazla ileri gitmişti. Babasına Leon'un asıl vazifesini nasıl anlatabilirdi? Cevdet ise aniden susan kızına şefkatle bakıyordu.
"Leon ise? Susmana gerek yok, biliyorum Hilal. Leon bir bolşevik."
Dizlerinin üstündeki ellerine bakan gözleri aniden şaşkınlıkla açıldı ve babasına baktı.
"Lakin... Nasıl?.."
"Elime geçen bir listede Leon'un da ismi vardı. Bu sebeple açık etmedim listeyi. Leon da biliyor zaten bildiğimi..." Aradaki olayları atlayarak konuşmaya devam etti Cevdet. Anlaşılan kızının haberi yoktu bazı olaylardan. "Belki de bundan dolayı bana söyledi gideceğini."
"Se-senin haberin var mıydı?"
Bolşeviklerin Leon'u gizli bir vazife için çağırdığını biliyordu ve gitmesine izin mi vermişti yani? Kafasında oturmayan bazı parçalar vardı.
"Evet. Konuştu benimle. Savaş zor kızım. İmkanı olan, uğruna yaşayacağı ve yaşatacağı şeyler kalmayınca insan ilk fırsatta kaçmak ister. Unutmak ister. İzmir'in adını bile duymak istememesi doğal aslında. Temelli gidip, Atina'da yeni bir hayat kurmak istemesi de öyle. Savaştan uzağa gitmek, burayı unutmak istemesi... Anlaşılan o ki son anda vazgeçmiş belki de bir aksilik oldu orası bilinmez lakin baksana işte kızım, üzülmeye değer mi? En başından beri belli değil miydi yürümeyeceği? Her insan savaştan kaçmak isterken savaşın içinde yeşeren bir aşkın sonunun ne olmasını bekliyordun?"