༯ 38. Bölüm ༯

324K 8.2K 909
                                        

Kuliste yaşanan olaydan sonra anında yarışmadan diskalifiye olduk. Dönüş yolu da oldukça sessiz geçti. Hemen akşamına yola çıktık. Cansu kaldığımız otelin yakınındaki bir hastanede bir gece kalıp ertesi gün İstanbul'a nakledilecekti. Ailesi hemen özel bir ambulans aracı göndermişti.

Hülya Hoca ve Ayhan Hoca Cansu'nun son durumunu biliyorlardı, hastaneden sürekli durumu hakkında haberdar ediliyorlardı fakat bizimle Cansu'nun yaşadığı ve iyi olacağı hariç hiçbir bilgiyi paylaşmamışlardı. Biri onunla hastanede kalmıştı.

Akşam saat on gibi İstanbul'a döndüğümüzde hepimiz üzgündük. Daha ilk günden elenmiştik ve gösteriye dahi çıkamamıştık. Kendimi bencil görüyordum çünkü Cansu belki de hastanede canıyla uğraşıyordu, bizse burada gösteriden elendiğimiz için üzülüyorduk. Yolculuk boyunca Demir'le oturdum. "Onu ziyarete gidecek misin?" diye sorduğumda elimi tuttu. "Bilmiyorum," dedi. Ben de bilmiyordum. Cansu için endişeleniyordum. Hala olanları sindirmeye çalışıyordum, o bıçak neredeyse Demir'e saplanacaktı, Cansu araya girmişti. Cansu beni bile oradan uzaklaştırıp kendi bedenini, bebeğini ateşe atmıştı. Bunu nasıl yapmıştı?

İstanbul'a vardığımızda beni evime bıraktı. O da hâlâ olayın şokundaydı. Yüzünde, ellerinde ve kısa kollu tişörtünden dolayı görülebilen kollarında çizikler ve morluklar vardı. Pazartesi günü Cansu tabii ki okula gelmedi. Özel bir hastanede en az bir hafta kalması gerektiğini duydum. Okul çıkışında Helin'e yürümek istediğimi söyledim ve onunla vedalaştım. Asıl isteğim ziyaretine gitmekti. Cansu'nun bebeğini kaybettiğini hepimiz duymuştuk. Her ne kadar ondan nefret etsem de ziyaretine gitmeliydim. Cansu'nun kaldığı hastanenin yerini tam bilmediğim için taksiye bindim. İçeri girip Cansu'nun hangi odada kaldığını öğrendikten sonra yukarı çıktım. Kapısının yanında kocaman kırmızı çiçekler duruyordu.

Kapıyı çaldım, hemşire olduğunu anladığım bir kadın kapıyı açtı. Cansu'ya bir ziyaretçisi olduğunu söyledi. Ardından "Buyrun, ben sizi yalnız bırakayım," dedi ve dışarı çıktı. Cansu uyanıktı. Yorgun bir hali vardı, yüzü beyazdı. Beni gördüğü anda yüzündeki gülümseme silindi.

"O okuldaki yüzlerce insanın arasından tabii ki sen gelmek zorundaydın." dediğinde söylediği karşısında şaşırdım. "Başka birini mi bekliyordun?" diye sordum.

"Hayır. Geç otur."

Zorlansa da doğrulup sırtını yatağa dayadı ve oturur pozisyona geçti. Ben de yatağın yanındaki koltuğa oturdum. Kapının önündeki çiçeğin aynısından bir tane daha vardı, yatağın yanında duruyordu. Başka da çiçek yoktu.

"Okuldan kimse gelmedi mi?" diye sorduğumda "Hayır,"dedi.

"Masal da mı?"

"Bir tek Ayhan geldi ve Hülya'nın iyi dileklerini ilettiğini söyledi, ve bir de sen..." dediğinde ne diyeceğimi bilemedim ama ne hissettiğini az da olsa anlıyordum. Yaşadığın acıyı çekmek zorundayken senin yükünü hafifletecek dostlara ihtiyaç duyardın. Eğer onlar sana destek olmazlarsa tüm o ağırlığı sen kaldırmak zorunda kalırdın ve bu seni içten içe çökertirdi. Arda olmasa ne yapardım? "Annem bile iki tane çiçek gönderdi. Kızı bıçaklanıyor, bebeğini kaybediyor. O ise İtalya'da..." diye ekledi. Belki de Cansu'nun bu kadar katlanılamaz bir insan olmasının nedeni ailesiyle yaşamış olduğu şeylerdi. Onu tanımıyorduk aslında, hiçbirimiz onun başından nelerin geçtiğini bilmiyorduk.

"Cansu.. Ben... Ben.. Bebek için üzgünüm," dediğimde Cansu ağlamaya başladı ve elini karnına götürdü. "Ben de Güneş... Ben de üzgünüm," dedi ve ağlamaya devam etti. Ona yaklaştım ve elini tuttum. Biraz daha sakinleştiğinde konuşmaya devam ettim. "Bir şeye ihtiyacın olursa eğer, beni arayabilirsin," dedim.

Karanlık LiseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin