Kulaklarımı telefonumdan geldiğini tahmin ettiğim Mehter Marşı zedelerken zar zor gözlerimi açtım. Prizi yatağının yanında olan insanların hayata bir-sıfır önden başladığı doğru ise ben bir-sıfır önden başlamıştım.
Yaklaşık 15 santimetre uzağımda olan komodinime elimi uzatıp şarjda olan telefonumu elime aldım. Daha fazla gecikmeden alarmımı kapatıp bildirimlerime baktım. Üç mesaj vardı. Kimden olduğuna bakınca "Kızılım" ismini gördüm. Gözlerimi kısarak ekrana bakmaya başladım. Gözüm sağ üst köşedeki saate takılınca alarmımın on dakika erken çaldığını fark ettim.
Uyanınca tekrar uyuyamayan insanlardandım. Ve şu an bedelini ağır ödüyordum. Mesajlarımda sırasıyla "Çok uyudun güzelim uyan artık :)" , "Umarım alarmın hoşuna gider :d" . "Günaydııın" mesajlarını görünce büyük yapmacık bir kinle "Seni öldüreceğim!" cevabını yazıp telefonumu komodin üzerine bıraktım.
Gözlerimi ovuşturup yatakta oturur vaziyete geçtim. Ellerimi iki yana açıp gerilirken kapım birden açıldı. Annem beni öyle görünce girmek veya girmemek arasında kalmıştı sanırım. Ellerimi saniyesinde indirip şirince anneme gülümsedim.
"Günaydın Meryem Sultan!" annem bir bana bir de yere bakıyordu. Gözlerimi baktığı yere çevirdiğimde yorganımın yerde olduğunu fark ettim.
"Savaştan mı çıktın kızım? Bu ne hal?" küçük bir kahkaha atıp ayaklarımı yumuşacık halımla buluşturdum. Bu halıyı seviyordum. Üzerinde kolayca yuvarlanılıyordu. Ayağa kalkıp annemin yanağını sıktım.
"Ben de seni seviyorum Meryem Sultan." deyip gülümsedim.
"Hadi yüzünü yıka da az bir şeyler atıştır. Mutfakta seni bekleyen bir kahvaltı var. Ben uyuyacağım. Kapıyı çektiğine emin ol." diyerek beni taklit edercesine yanağımı sıktı.
"Hayat size güzel valla" dedikten sonra adımlarımı banyoya yönlendirdim.
"Ben de seni seviyorum Melis." diyen annemin sesi kulaklarımı doldurduğunda gülümseyip suyu açtım.
Annemle aram fena değildi fakat babamla anlaşamazdık. Neredeyse konuşmuyorduk bile. Arada bir birlikte oturup sohbet ederdik. Ama okulumdan ve derslerimden hep bihaberdi. Ne zaman hedeflerimi gülümseyerek onunla paylaşsam hep hakaret eder konuyu kapatırdı. Olmak istediğim mesleğe de saygı duymuyordu.
Ellerim suyun altındayken aynada kendime bakakalmış daldığımı fark edince yüzümü soğuk suyla buluşturdum.
***
Mutfaktaki kahvaltılıklarda gözümü gezdirince gözümün de doymuş olduğunu anladım ve masayı toplamaya karar verdim. Masayı topladığımda çantamı aldım ve kapıya doğru yöneldim. Ayakkabılıktan botumu alıp giydim ve kapıyı çektiğimden emin olduktan sonra asansöre geçtim.
Evimiz dördüncü kattaydı ve apartmanımız beş katlıydı. Aynada kendime baktım. Saçlarımın iki yanından bir tutam alıp arkada küçük siyah bir kelebek toka ile tutturmuştum. Saçlarım aslında tam olmasa da düzdü ama örerek uyuduğum için hafif dalgalanmıştı. Gözlerim biraz büyüktü ve fiziğim de idare eder vaziyetindeydi.
Zemin kata vardığımı müjdeleyen kısa melodi kulağıma gelince asansörden çıktım. Telefonumu pantolonumun cebinden çıkarıp Defne'yi aradım.
"Günaydıııın! Mehter Marşı nasıldı?" diyerek telefonu açan Defne'ye görmediğine şükrederek göz devirdim.
"Günaydın kızılcık. Neredesin ya ağaç oldum." en yakın arkadaşınız iki apartman yanınızda oturuyorsa hayata iki-sıfır başlamanız kesinlikle doğruydu.
"Geldim kız bekle." dedikten sonra telefonu kapattı. Birkaç dakika sonra apartmanın önünde belirdiğinde atabileceğim en kötü bakışları ona atmaya başladım. Yanıma geldiği anda alarm hakkında dalga geçmeye başlamıştı.
Bembeyaz teni doğal olan kızıl saçlarıyla yine uyum içerisindeydi. Defne, fazlasıyla güzel bakımlı ve başarılı bir kızdı. Kardeşim gibi olmasa onu kıskanabilirdim bile.
Sarılmak için yaklaştığında ellerimi önümde tutup "Hayır bugün cezalısın. Sarılmayacağız." dedim ve yürümeye başladım.
"Aman iyi be. O değil de matematik açıklanacak. Yine doksan mı alacaksın zalımın kızı?" kahkaha attığımda gülümsedi.
"Bu sefer seksen beş bekliyorum. Ayrıca pek bir farkımız yok. Sen de ilkinde seksen beş almıştın." koluma vurup gülümsedi ve kaşları ile okulu gösterdi.
"Ben hazır değilim. Sen hazır mısın?" hayır anlamında başımı iki yana salladım. Sınıfa doğru yürümeye başladık. Aynı zamanda sıra arkadaşım olan bu kızı seviyordum.
Saçlarını at kuyruğu yapmıştı. Ona yakışıyordu. Gözleri yoğun bir kahverengiydi ve fiziği güzeldi. Kendi arkadaşım olduğu için söylemiyordum ama güzel kızdı mübarek.
Dördüncü sırada oturuyorduk. En arkanın bir önüydü. İlk ders matematik olduğu için o duvar kenarında oturuyordu. Tanıştığımız zamanlarda öyle anlaşmıştık.
Çok beklemeden Defne'nin en sevdiği (!) matematik hocası içeri girdi ufak bir selamlaşmadan sonra yerine kuruldu ve gecikmeden yazılıları okumaya başladı.
"Defne nerede?" Defne sıçtım bakışları atarken ayağa kalktı. Hocanın görüş açısına girince notunu öğrendik. "Doksan beş, aferin." Yerine oturduğunda onu dürttüm.
"Aferin kızıma." dedim. güldüğü sırada hoca benim notumun da doksan beş olduğunu söyledi. Hocaya teşekkür edercesine gülümsedim.
"Tüh ya seni geçemedim." diyerek sinirimi bozmaya çalıďan Defne'ye ölümcül bakışlar attım.
***
Bir el bana doğru uzandığında elin sahibine baktım. Karşımda Grant Gustin benimle dans etmek için izin istiyordu. Işıklar üstümüze gelince bir sevinç çığlığı kopardım ve onunla dans etmeye başladım...
"Melis, Melis, Melis! Kızım uyansana! Kış uykusuna mı yattın anlamıyorum ki!" omzumda olan elin sahibine baktığımda ise Defne'yi görmek beni bir miktar üzmüştü.
"Üzdün be Defne." dedim. Suratımdaki ifadeden rüya gördüğümü anlamış olmalıydı.
"Bu sefer ne gördün rüyanda?" gözlerimi tam olarak açtığımda da sırıttığını gördüm.
"Hayır bu sefer Grant Gustin ile evlenmedim..." gülüşü genişleyince sinsice sırıtma sırası bendeydi "...ama dans ettik!"
"Ben neden göremiyorum şu adamı rüyamda ya?" suratını büzerek yakınmaya başlamıştı.
"Senden çok seviyorum işte kabullen artık. üstünlük sergileyen bakışlarıma yenilip "İyi be bu sefer ses çıkarmıyorum. Zaten dans ettiğinizi sezdiğim için seni uyandırdım."
"Kahin mi oldun başımıza?" kahkahamı bastırıp "Hayır çok güzel uyuyordun. Güzel olmanı istemedim." Birazdan saçına yapışacağımı belli etmek istercesine parmağımı Mehmet Ali Erbil edasıyla daire çizerek saçını gösterdim.
"Neyse neyse öğleden sonra boşmuş. Hadi kaçalım. " sinsice sırıtışına karşılık parmağımı şıklatıp onayladığımı gösteren sesler çıkardım.
***
Uzun uğraşlar sonucu mükemmel ikna kabiliyetimle Defne'yi alış-veriş merkezine gitmek için ikna etmiştim. sadece milkshake içecektik ve birkaç mağazaya girip bir sürü şey deneyecektik. Söz vermişti. Planlarımızı gözden geçirirken Defne'nin beni dürtmesiyle kendime geldim.
"Melis şu sizin araba değil mi?" parmağıyla alış-veriş merkezinin hemen yanında park etmiş siyah arabaya baktım.
"Evet, bizim. Annem babamı göndermiştir." geçiştirmeye çalıştığım sırada Defne'nin "O annen olamaz ama değil mi?" diyen sesini işittim.
Sanki tüm gücüm gidiyormuş gibi hissediyordum. Babam yanındaki kadının elindeki poşetleri bagaja koyuyordu. Poşetleri yerleştirdikten sonra bagajı kapadı. Kadının yanağına bir öpücük kondurdu ve şişkin karnını okşadı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge
RomanceHepimizin bir gölgesi vardı. Karanlık yanımız olan, acılarımızı sığdırdığımız ve hep bizi takip eden. Bir de geçmişimiz vardı sürekli ayağımıza dolanan. Veya bir geleceğimiz olacaktı omuzlarımızda sürekli taşıma zorunluluğu getiren diye düşünmeye ba...