Sığındığım apartman girişinde gözyaşlarım kağıdı ıslatırken tutunacak bir şey arıyordum. Tutunacak küçük bir şey... Bulamadığımda bacaklarım yerle buluştu.
Dudaklarım titrerken "Neden?" diye fısıldadım. "Bunu bana neden yaptınız?" Apartman kapısından çıkan bir abla yanıma çömeldi.
"Ne olduğunu bilmiyorum ama ne olursa olsun umudunu kaybetme. Umut hayatın kendisidir." ağlamam çoğalınca ayağa kalktım.
"Umudum yok, belki artık bir hayatım da yok." yürümeye başladım. Evimize yakındım ama yürüdüğüm sokaklar yabancıydı artık bana. Evimi, küçükken oynadığım parkı tanımıyordum. Kendimi de tanımıyordum. Sahi kimim ben? Düşüncem ile koşmaya başladım.
Nefesim ciğerlerimi yakmaya başlamıştı. Korkmam gerekiyordu sokaklardan ama korkmuyordum. Sadece artık bana ağır gelmeye başlayan düşüncelerimden korkuyordum. Aklımdan bin türlü şey geçerken yavaşladım. Dar bir sokağın ortasında yürüyordum. Boş, ışığı yanıp sönen, ıssız, kimsesiz... Bugün her şey biraz ben gibiydi.
Elime yedinci kez çalmakta olan telefonumu aldım. İki kez annem aramıştı, beş kez ise Defne. Annem değildi bile. Meryem Akbulut'tu artık benim için.
Defne tekrar aramaya başladığında açıp telefonu kulağıma yasladım. "Defne ben, Melis Akbulut değilim." dudaklarımdan birkaç küçük hıçkırık kaçınca "Melis nerdesin? Söyle geleyim, ağlama güzelim. Lütfen..."
Bana ağlama diyen kız telefonun diğer ucunda benimle ağlıyordu. "Beni merak etmeyin." deyip telefonu kapattım.
Sokağın ortasında yürümeye devam ediyordum. Elimde artık parçalanmaya başlayan kağıdı yavaşça cebime koydum.
Sokak lambasının veremediği ışığı bir araba verince arkama bakmadan yürümeye devam ettim. Açılıp kapanan kapı sesi gelmişti. Ve ben hâlâ umursamıyordum.
"Bence yolun ortasından çekilmelisin! Ben de yanından geçip gitmeliyim." sesimi çıkarmayınca "Hey! Sana diyorum!" cevap veremiyordum. Birden kolumda bir el hissettiğimde bu elin sahibi beni kendine döndürmüştü.
"Çekilsen de geç..." derken yüzüme bakınca birden sustu. Araba ışığının yüzüne verdiği yansıma ile onu az ama yeterli bir şekilde görüyordum. Gözleri koyuydu ve benden on beş santim kadar uzundu.
Mavinin en koyu tonuna sahip gözlerine baktıktan sonra gözlerimden akan yaşlar çoğaldı. Bana elini uzattığında artık bir şeylere tutunmam gerektiğine karar verdim. Bu mavi gözlü çocuğun elini tutmuşum fakat artık ayakta duracak gücü kendimde bulamıyordum. Eli elimle buluştuğunda dizlerim de yerle buluşmuştu. Ağlamam hafiflemiş, hatta durmuştu. Sokağın sonu gelmiyormuş gibi uzaklara bakmaya başladım. Saniyeler geçtikten sonra tanıdık mavi gözlü çocuk karşımda çömeldi. Ya yaşıttık ya da aramızda çok az fark vardı. Omuzlarımdan tutup beni yavaşça ayağa kaldırdı.
"Buz gibisin. Seni eve götürmeme izin ver." dedi. Cenabet tipli de değildi. Ama hemen güvenemezdim.
"Hayır ben giderim." ellerinden kurtulup yabancısı olduğum sokağa baktım. "Buraya yabancı olduğun çok belli. İstersen polisin numarasını tuşla ve telefonu açık bırak." Haklıydı, yabancıydım ve yürüyecek gücüm kalmamıştı.
"Imm... peki madem." yürürken arabanın güzelliğine hayran hayran bakıyordum. Gülüp "Arabadan daha güzel bir yüzüm var, belki bakmak istersin." kapımı açarken söylediği cümle ile gözlerimi kıstım.
"Ben kendim gideyim ya." yürüyeceğim sırada küçük kahkahası kulağıma gelmişti. Bir insan bu kadar güzel gülemezdi, gülmemeliydi.
"Tamam hadi şaka yapıyorum, bin bakalım arabama." dedi. Binerken arabama dediği kelimede takılı kalmıştım. Kendisi de bindikten sonra "Arabama derken? Bu senin araban mı?" gülümseyip "Evet, kızıma merhaba de. Ve onu çok beğendiğini söyle, kırılmasın." gözlerimi devirdim. Ama bu arabayı kırarsam kendimi sürgüne yollardım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge
RomanceHepimizin bir gölgesi vardı. Karanlık yanımız olan, acılarımızı sığdırdığımız ve hep bizi takip eden. Bir de geçmişimiz vardı sürekli ayağımıza dolanan. Veya bir geleceğimiz olacaktı omuzlarımızda sürekli taşıma zorunluluğu getiren diye düşünmeye ba...