Bir Saat Önce...
Oğuz'un ağzından..."Ama güzeller güzeli, siz fazla çalışıyorsunuz. Kıyamam ki sana." Dünyada tanıdığım en mükemmel kadın ile telefonda konuşuyordum. Tanımadığım insanlar arasında da bu kadar mükemmel bir varlık bulunmayacağını garanti edebilirdim. "Babamlasınız yani?" Arabamın kapısını açıp direksiyon başına kurulurken annemlerin neden hâlâ bu saatte şirkete olduklarını anlamaya çalışıyordum. Normalde bu saatte mutfağımızda yemek yiyor olmalıydık.
"Kuzum Melis'in eniştesi... Öyle dersem belki daha kolay hatırlarsın adamı valla." Küçük kahkahası kulaklarımı doldurunca ben de güldüm.
Melis'i arkadaş olarak çok sevdiğimi biliyordu. Kendisi de anlattığım kadarıyla sevmişti. Melis ile sonsuz bir dostluk kurma isteğimi de ona rahatça anlattığım için benimle böyle konuşabiliyordu.
"Hadi ama güzellik. Biz sadece arkadaşız." Sadece arkadaşız derken bir şarkı sözünde geçen ritim ile söylemiştim.
Annem sesime bayılırdı ve hemencecik ikna olurdu sesimi kullanınca. O sesimi küçükken yatağımda sıçrayarak şarkı söylediğim sıralarda keşfetmişti. Geliştirmem içinse elinden geleni yapmıştı.
"Peki oğlum, gelince babanın odasının önünde bekle. O işini sen geldiğinde bitirmiş olur zaten. Ben de konferans salonunda birkaç şey yapıyor olacağım. Öpüyorum çok, görüşürüz yarım saate." Sevgi dolu sesine veda edemiyordum.
Kız kardeşimi kaybettikten sonra anneme daha çok bağlanmıştım. Ondan önce de bağlıydım fakat sonra resmen bağımlı olmuştum. Annemi telefonun ucunda beklettiğimi fark edince ona güzel iltifatlarımla veda ettim.
***
Şirketin önüne geldiğimde saatime baktım. Annemle konuşalı otuz yedi dakika olmuştu. Babam belki de beni bekliyordu. Birilerini bekletmekten hoşlanmazdım bu yüzden koşar adımlarla şirkete yöneldim.
Her zaman güvenlik görevlisi olan Salim abi ile Nejdet abiyi göremediğimde şaşırdım. Sanırım babam bugün formundaydı. Ya da gece boyu şirkette kalacaktı. Beni de bu yüzden mi çağırmışlardı? Öğrenmek için içeri girdiğimde şirketteki ölüm sessliğiyle baş başa kaldım.
Babam tek çocuk olduğundan şirket ona kalmıştı. Babamın odasının önüne vardığımda annemin dediği gibi yapıp onu beklemeye başladım. Babam dakik biri değildi. Onun dünyasında zaman esnekti ve neyi ne zaman yapacağı genelde belli olmazdı. Her ne kadar babaların oğullarına düşkün olduğu söylense de bizim ailemiz küçük bir istisnaydı.
Yorgun olduğumu fark ettirecek baş ağrım kendini gösterince orada bulunan en yakın bekleme yerine kuruldum. Başımı duvar yaslayıp gözlerimi kapadım. Babam gelince beni dürterdi nasılsa.
Kendimi karanlığın kollarına bıraktıkça ağrının acısını unutuyordum. Ve işime geliyordu. Karanlığı da severdim zaten. Sessiz ve sakin olurlardı.
Bir sürü insan siyahtan kaçardı. Bu yüzdendir belki de bu denli sakin olması. Ben kendimi karanlığın kollarına bırakmayı seviyordum aynen şu an olacağı ya da olduğu gibi.
***
Gözlerimi açtığımda yirmi sekiz dakika uyuduğumu fark ettim. Hoş şekerlemenin ardından gelen merak duygusu vardı. Babamı merak etmiştim. Odaya girmek için kalktım ve kapıyı üç kez tıklattım. Cevap gelmeyince içeriye girdim.
Babamın odası şirketin en geniş odasıydı. Bir uçtan başka bir ucu görmek için sağa dönmeniz gerekirdi. Babamı göremeyince sağa döndüm. Tam ortada duran sandalyeye gözüm kaydığında oraya doğru yürümeye başladım. Korkuyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge
RomanceHepimizin bir gölgesi vardı. Karanlık yanımız olan, acılarımızı sığdırdığımız ve hep bizi takip eden. Bir de geçmişimiz vardı sürekli ayağımıza dolanan. Veya bir geleceğimiz olacaktı omuzlarımızda sürekli taşıma zorunluluğu getiren diye düşünmeye ba...