Çok hızlı geçtiğini sandığım dakikaların ardından yine Oğuz'un arabasındaydım. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Söylediği şey ile ona sarılmıştım. Gözlerimi sıkı sıkı yumduğum saniyeler sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Hayal dünyamın bana kendi renkleriyle yarattığı bir oyundu. Ya sarılmadıysak? Ama sarılmıştık. Kokusunu duymuştum. Hatta sarıldığımızda saklamayı düşünmüştüm. Belki onun kokusunu saklayamazdım. Ama kokusunun sindiği kazağı saklayabilirdim.
Ve yine sessizdik. Sessizliğimiz bir şeyler anlatıyor gibiydi. Kimse böyle susup etrafına bir şeyler anlatamamıştır. Laciverte çalan gözleri bazen duygudan geçinmiyordu. Ama şimdi hiçbir şey anlamıyordum. Onu uzun süredir izlediğimi fark ettiğimde önüme döndüm. Bu kadar kısa zamanda nasıl onu tanımaya başlamıştım? Birlikte geçirdiğimiz o minik saatlerde birbirimize sonsuzluğu vermiştik. Sonsuzluk bile sonlu görünürken artık hayattan bir şey beklememeye başlamıştım.
Evimize yakın o tanıdık caddeden geçerken gözünü saate kaydırdı. Refleks olarak ben de bakmıştım. Çok geç değildi. Sekizi on iki geçen saatten gözünü alıp bana kısa bir anlık baktığında zaman dursun istemiştim. "Evinizi tarif eder misin?" sorusuna kafamı sallayarak cevap verdim.
Evimizin önüne geldiğimizde hiç beklemediğim bir şeyi sordu. "Defne size çok yakındı değil mi?" hatırlamasına şaşırmıştım. Çünkü bu küçük bir detaydı. "Evet, neden?" arabayı park edince bana yarım bir şekilde döndü. "İstersen ara, o da gelsin. Onunla konuşursun." dedi. En çok istediğim şeylerden biri buydu aslında. Ama anneme bütün olanları anlatma kararı almıştım.
"Teşekkür ederim Oğuz. Her şey için. Ama bugün anneme bütün olanları anlatacağım. Büyük ihtimalle kötü bir gece geçireceğim." burukça gülümsediğimde elimde tuttuğum telefonumu almak için elini telefonuma koydu. İzin istercesine bakarken gözlerimi kırpıştırıp izin verdim. Telefonumu açıp numarasını kaydetti. "Beni istediğin zaman arayabilirsin." dedi. Teşekkür edip arabadan indim ve apartmana girmeye hazırlandım.
***
Elimdeki kitabı bitirmeme birkaç bölüm kalmıştı. Bitsin istemediğimden ayracı kaldığım sayfaya yerleştirdim. Şarja koyduğum telefonu aldığımda sessiz olduğundan duymadığım iki cevapsız arama gördüm. Annemdendi. Geri aramaya başladım. İki çalıştan sonra açmıştı.
"Oğuz ile birlikte bize geliyoruz. Oğuz'un babası şirketteki bir sorunu yeni fark etmiş ve eniştenin oraya gitmesi gerekiyormuş. Oğuz ile olan geziyi de sanırım yaza kadar ertelemek zorunda kaldılar. Oğuz bazı özel nedenlerden dolayı eve gidemediğini söyledi. Yarın teyzenin evinde de birkaç tadilat işi olduğundan bize geliyor."
Oğuz'a bugün annemlerle konuşacağımı söylemiştim. Ya yanımda durmak için gelecekti ya da engel olmak için. Onun hangisini yapmasını istediğimi bilmiyordum. Bazı özel nedenlerden dolayı eve gitmeyecekmiş. Bazı özel nedenlerden biri olabilir miydim? Düşünceleri dağıtmak için başımı hızlıca iki yana sallarken kapının sesini duydum. Yatağımın içinden çıkıp kapıyı açmaya yöneldim. Kapıyı açtığımda Oğuz gülümsedi. Annemler salona geçerken ben Oğuz'u odama yönlendirdim. Bana sinsice bakıyordu.
"Şimdi de beni odana mı atmaya çalışıyorsun?" diyerek güldü.
"Seni atacağıma Grant Gustin'i atarım. Sen de kim oluyormuşsun?" onunla gülerek konuşmayı seviyordum. Gözleri kısılırken daha da tatlı geliyordu gözüme.
"Grant Gustin kadar hızlı olmasam da bebeğim, ben de onun kadar giderliyim bil isterim." söylediği şeye kahkaha atmıştım. Ben hâlâ durmaksızın gülerken Oğuz yatağıma uzanıyordu. Birden ciddileştim.
"Hey! Napıyorsun?" bir körün yeniden görmesine şaşırmış biri gibi kaşlarını kaldırdı.
"Uzanıyorum bence. Sen ne görüyorsun?" kollarımı birbirine bağladım ve gözlerimi devirdim.
![](https://img.wattpad.com/cover/143864642-288-k650593.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gölge
Lãng mạnHepimizin bir gölgesi vardı. Karanlık yanımız olan, acılarımızı sığdırdığımız ve hep bizi takip eden. Bir de geçmişimiz vardı sürekli ayağımıza dolanan. Veya bir geleceğimiz olacaktı omuzlarımızda sürekli taşıma zorunluluğu getiren diye düşünmeye ba...