Karşılaşma☆5

54 15 3
                                    

Bu gece Oğuz ile ayrıldıktan sonra beş buçuk gibi bir saatte Defnelere varmıştım.
Annemi önceki iki günlük iznimi kullanıp ikna etmiş ve kaybolmam konusunda eşek şakası yaptığını söylemiş. Annemler sesimi duymak isteyince zor günler için onda duran ses kaydımı dinleterek yırttığını söyledi. Gece ona Oğuz'u da anlattığımda uyumamış olduğumuzu fark etmiştik.

Defne'nin annesi de babası da doktordu ve bazen yurt dışına seminerlere gidiyorlardı. Fazla olsa da yaklaşık bir hafta kadar orada kalıyorlardı. Çalıştıkları özel hastane sorun etmiyordu çünkü gittikleri seminerden sonraki günlerde laboratuvara gidip bir sürü şeyle uğraşıyorlardı. Laboratuvar da çalıştıkları özel hastane ile bağlantılı olduğu için bir aksilik de çıkmıyordu.

Elimdeki kahvaltılıkları da masaya yerleştirdiğimde saate baktım. Az sonra Defne uyanırdı. Sadece bir buçuk saat uyuyacaktı benim için. Bu kızı bana uykudan daha çok değer verdiği için seviyordum. Kapıda esneyen Defne'ye baktım. "Günaydınn!"

"Günaydın, bu kahvaltıyı neye borçluyuz?" omuzlarımı silkip düşüncelerimi dile getirdim. "Tabiki benim için sadece bir buçuk saat uyumana." kahkaha attı ve kafasını hayır anlamında iki yana salladı.

"İyi de sen gelmeden önce de uyuyordum ki. Belirli saatlerde seni aramak için alarm kurmuştum." gözlerimi kısıp ona bakmaya başladığımda gülüp konuşmaya devam etti. "Senin de keyfin yerindeydi zaten Oğuz ile..." derken göz kırpmayı da ihmal etmedi. "Uykulu sesimi bile almadın."

Aslında fark etmiştim ama günün yorgunluğuna vermiştim. Ve Oğuz, lacivert gözlü çocuk... Zamanı durdurabiliyordu. Defne'nin sorusu ile kendime geldim. "Sahi, sen ne zaman uyudun?" sorusunu sorarken önünde duran sandalyeyi çekip oturuyordu.

"Uyumadım." uyumamış olduğum düşüncesi ile gelen gözlerimi ovuşturma hissi çok ağır basıyordu. Dayanamayıp gözlerimi ovuşturmaya başladım. "Gelmedi lanet olasıca uyku." dedim.

Sırıtmaya başladığında konuşmaması için dua ediyordum. Bu hoş bir sırıtma değildi. "Oğuz'dur o uyku olsa duramazsın." kıkırdamaya başladığında müdahale etmem gerektiğini anladım. "Heeey! Öyle bir şey yok." kıkırdaması kahkahaya dönerken elini yav he he dercesine salladı ve kahvaltı etmeye başladı.

***

Sınıfta her zamanki yerimize kurulduğumuzda Defne sınıftan içeri giren çocuğa bakıyordu. Sınıfa giren kişi Melih'ti ve yanında sarışın bir çocuk daha vardı. Futbol takımındaki Atakan'a benziyordu. Sanırım oydu. Atakan'ın tam olmasa da hafif sarıya kaçan saçları vardı. Gözleri kahverengiydi. Melih ise kumraldı ve zorlasa sarıya dönecek kadar açık gözleri vardı. Sanırım saçlarının ve gözlerinin rengi birbirini tamamlıyordu. Boyları neredeyse eşitti fakat Atakan Melih'ten daha yapılıydı.

Atakan ve Melih bize doğru yaklaşmaya başlayınca Defne'yi dürttüm. Melih'ten hoşlandığı belliydi. Çocuğun içine düşecekmiş gibi bakıyordu. Melih'in de pek farkı yoktu. Kıkırdadım. Yanımıza vardıklarında Melih tüm sıcaklığıyla "Günaydın genç hanımlar." diyerek sıranın önünde durdu. Defne el sallayıp " Merhabalar genç beyler." dedi.

Atakan eğlenceli biriydi. Birkaç kere konuşmuştuk fakat kısa diyaloglar şeklindeydi. Onuncu sınıfta yediğim en yakın erkek arkadaş kazığından sonra herkese mesafeli davranmaya çalışmıştım. Ta ki düne kadar. Oğuz'da öyle bir şey olmamıştı.

"Defne, Melih aslında top olduğu için belki öyle de demek istersin." kısa sessizliği bozan Atakan'a kıkırdamıştım.

Defne birine top denmesinden hiç hoşlanmazdı. Melih'in yanında çocuğu bozmak da istemeyecekti. Tam da düşündüğüm gibi oldu ve Defne sadece hayır demekle yetindi.

GölgeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin