Altıncı Bölüm

164 6 0
                                    

Altıncı Bölüm 

I

Şubatın ilk on beş günü de geçti, yoksullara aman vermeyen karakış, şiddetli soğuklarla sürüp gidiyordu. Üç resmî yetkili; Lille valisi, bir savcı ve bir general bir kez daha sokaklarda görünmüştü. Jandarmalar yetmeyince bir askerî alay Montsou'ya gelmiş, Beaugnies ile Marchiennes arasında karargâh kurmuştu. Silahlı birlikler kuyuların başında nöbet tutuyor, her makinenin başında askerler bekliyordu. Müdürün konağının, işletme şantiyelerinin, hatta bazı burjuvaların evlerinin önünde bile süngüler yükseliyordu. Sokaklarda sadece devriyelerin ayak sesleri duyuluyordu. Voreux'deki moloz tepeciğinin üzerinde, dondurucu rüzgârın ortasında, düz ovaya hâkim bir noktada sürekli bir nöbetçi duruyor ve sanki düşman ülke işgali söz konusuymuşçasına, iki saatte bir nöbetçilerin haykırışları duyuluyordu:

"Dur! kimdir o?.. Parolayı söyle!"

Hiçbir ocakta işbaşı yapılmamıştı. Tam tersine, grev her tarafa sıçramış durumdaydı: Tıpkı Voreux'de olduğu gibi, Crèvecoeur, Mirou ve Madeleine'de de kömür çıkarma işlemi durmuştu; Feutry-Cantel ve Victoire'da kuyuya inenlerin sayısı her geçen gün daha da azalıyordu, o güne dek grevin ulaşamadığı Saint-Thomas'da bile işi bırakanlar olmuştu. Şimdi, madencilerin onurunu zedeleyen bu güç gösterisi karşısında sessiz bir inatlaşma başlamıştı. Pancar tarlalarının ortasındaki mahalleler boşalmış gibiydi. İşçiler evlerinden pek çıkmıyor, nadiren biri tek başına çıkınca da, kırmızı pantolonlu askerlere dik dik bakarak başını öne eğiyordu. Bu kasvetli dinginlik ortamında, tüfeklere karşı koyan bu pasif direnişte sahte bir yumuşaklık; gözlerini terbiyecisine dikmiş, arkasını döndüğü anda üstüne atılıp parçalamaya hazır bekleyen kafesteki yırtıcı hayvanın zoraki ve sabırlı itaati vardı. Bu grevle büyük maddi kayıplara uğrayan işletme, Belçika sınırındaki Borinage'dan işçi getirtmekten söz ediyor, ama buna cesaret edemiyordu; böylece, evlerine kapanan kömür işçileriyle askerî birliklerin başını beklediği ocaklar arasında süren savaş yerinde sayıyordu.

O korkunç günün ertesinde, ortalığa aniden derin bir sükûnet hâkim olmuştu; aslında bu sükûnetin gerisinde öyle büyük bir panik gizliydi ki herkes olayların neden olduğu zarar ziyan ve vahşeti konuşmaktan olabildiğince kaçınıyordu. Soruşturma sonucunda, Maigrat' nın düşerek öldüğü kanıtlanmıştı, cesetten koparılan organ konusu karanlıkta kalmış, bu olay şimdiden bir efsaneye dönüşmüştü. Öte yandan işletme uğradığı zararları açıklamıyor, Grégoirelar ise, kızlarının tanık olarak dinleneceği bir davanın yaratacağı skandalı göze alamıyorlardı. Yine de her zamanki gibi, olaylarla hiçbir ilgisi olmayan, her şeyden habersiz bazı şaşkınlar tutuklanmıştı. Bu arada yanlışlıkla Pierron da elleri kelepçelenerek Marchiennes'e götürülmüştü, arkadaşları hâlâ bu olayla dalga geçiyorlardı. Az kalsın Rasseneur de iki jandarma tarafından götürülecekti. Müdürlük işten çıkarılacakların listesini yapmakla yetiniyor, toplu halde işten çıkarmalar gerçekleşiyordu: Maheu de atılanlar arasındaydı. Listede Levaque'ın dışında, sırf İki Yüz Kırklar mahallesinden otuz dört kişi vardı. Ama bütün suç, çatışma akşamı ortadan kaybolan ve sürekli aranmasına rağmen bir daha izine rastlanmayan Étienne'e yükleniyordu. Étienne'e nefret besleyen Chaval onu ihbar etmiş, ana babasını kurtarmak isteyen Catherine'in yalvarmaları sonucu diğerlerinin adını vermemişti. Günler geçiyor, hiçbir şeyin çözüme ulaşmadığı hissediliyor, herkes yüreği daralarak işin sonucunu bekliyordu.

Artık uykularında hayalî alarm çanlarıyla kulakları uğuldayan, burunlarında sürekli bir barut kokusu hisseden Montsoulu burjuvalar, her gece sıçrayarak uyanıyorlardı. Ama kafalarını asıl allak bullak eden şey, yeni rahipleri Peder Ranvier'nin verdiği bir vaaz oldu; gözleri kor gibi parlayan bu sıska adam Peder Joire'ın yerine gelmişti. Herkesle iyi geçinmeye önem veren, daima saygıyla gülümseyen, o yumuşak huylu ve tombul Peder Joire'dan öylesine farklıydı ki! Peder Ranvier bölgenin şerefini lekeleyen o azılı haydutların savunmasını üstlenmemiş miydi? Grevcilerin alçaklıklarına özürler buluyor, tüm sorumluluğu üzerine yıktığı burjuvaziye şiddetle saldırıyordu. Burjuvazi Kilise'yi eski özgürlüklerinden mahrum ederek tüm özgürlükleri kendi eilinde toplamış, dünyayı adaletsizlik ve ıstırabın kol gezdiği lanetli bir yer haline getirmişti; uzlaşmazlıkların derinleşmesine neden oluyor, Tanrı'yı, inançları, ilk Hıristiyanların kardeşlik geleneklerini hiçe sayarak insanlığı korkunç bir felakete sürüklüyordu. Peder Ranvier zenginlere gözdağı verme cüretini de göstermişti; onları uyarmış, Tanrı'nın sesine kulak tıkamaya devam ederlerse, Tanrı'nın mutlaka yoksullardan yana çıkacağını söylemişti: İmansız zenginlerin servetini ellerinden alıp yeryüzündeki yoksullara dağıtacak, böylece yüceliğini bir kez daha kanıtlamış olacaktı. Vaazı dinleyen dindar kadınlar tir tir titriyor, noter bunun tam bir sosyalizm propagandası olduğunu söylüyordu. Herkes rahibi, elinde salladığı haçıyla, 89'da kurulan burjuva toplumunu yıkmaya çalışan bir çete reisi olarak görüyordu.

GerminalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin