V

173 6 3
                                    

V

Voreux'nün bütün girişleri kapatılmıştı: hazır olda duran altmış asker açık bırakılmış tek kapının önünde barikat kurmuştu; bu kapıdan, çavuş odasıyla barakanın açıldığı dar bir merdivenle kayıt bölmesine gidiliyordu. Yüzbaşı arkadan gelebilecek bir saldırıyı önlemek için askerlerini tuğla duvarın dibine iki sıra halinde yerleştirmişti.

Mahalleden inen maden işçileri önce biraz uzakta durdular. Olsa olsa otuz kişi kadardılar, aralarında bağıra çağıra tartışıyorlardı.

Kucağında uyuklayan Estelle'le ilk gelenlerden biri olan Maheude, darmadağınık saçlarına aceleyle bir mendil bağlamıştı, öfkeli bir sesle hep aynı şeyi tekrarlıyordu:

"Kimse girip çıkamasın! Hepsini içeride kıstıralım!"

Maheu onu onaylarken, Mouque Baba Réquillart' dan çıkageldi. Geçmesini engellemeye çalıştılar. Ama adam debeleniyor, beygirlerin devrimi filan umursamadıklarını, ne olursa olsun yulaf yemeleri gerektiğini söylüyordu. Üstelik beygirlerden biri ölmüştü, yukarı çıkarmak için kendisini bekliyorlardı. Étienne yaşlı seyisin kalabalığın arasından geçmesini sağladı, askerler de kuyuya inmesine izin verdiler. On beş dakika sonra, grevcilerin sayısı yavaş yavaş artıp tehdit edici bir hal alırken, zemin kattaki geniş bir kapı açıldı, ölü hayvanı taşıyan birkaç adam göründü, hâlâ sarıldığı ağın içinde acınacak bir et yığını gibi duran hayvanı erimiş kar birikintilerinin ortasına bıraktılar. Öyle büyük bir şaşkınlık yaşanmıştı ki adamların tekrar içeri girip kapıyı kapatmalarına kimse engel olmadı. Yana yatmış ve kaskatı kesilmiş başını görünce hepsi beygiri tanımıştı. Fısıldaşmalar başladı.

"Bu Trompet, değil mi? Trompet bu."

Gerçekten de Trompet'ti. Ocağa indiği günden beri oraya uyum sağlayamamıştı. Hep tasalı ve işe karşı isteksizdi, ışık özlemiyle kıvranıyordu sanki. Ocağın emektarı Savaş'ın on yıllık tevekkülünün birazını olsun aşılamak için ona her seferinde dostlukla sürtünmesi, boynunu hafifçe ısırması da bir işe yaramamıştı. Savaş'ın okşayışları kederini daha da artırıyor, karanlıklarda yaşlanmış arkadaşının verdiği sırlar tüylerini ürpertiyordu. Rastlaşıp birlikte kişnedikleri her seferinde birbirlerine yakınıyorlardı adeta, ihtiyar artık hatırlayamamaktan, genç ise unutamamaktan dertliydi. Ahırda yemlikleri yan yanaydı, başlarını öne eğdiklerinde soluklarını birbirlerinin yüzüne üflüyor, gün ışığında alabildiğine uzanan yemyeşil otlara, bembeyaz yollara, pırıl pırıl güneşe dair düşlerini anlatıyorlardı. Trompet ottan yatağı üzerinde ter dökerek can çekişirken yanına gelen Savaş, hıçkırığı andıran kısa tıksırışlarla onu umutsuzca koklamıştı. Vücudunun soğumaya başladığını hissediyordu; ocak onun son neşesini, kendisine açık havada geçirdiği gençliğini hatırlatan o mis gibi kokularla gökten inen bu arkadaşını da elinden alıyordu. Nihayet arkadaşının artık kımıldamadığını fark edince, korkuyla kişneyerek yularını koparmıştı.

Mouque bir haftadan beri başçavuşu uyarıyordu aslında. Bu karmaşada hasta bir atla ne de ilgilenirlerdi ya! Bu beyler atları yerinden oynatmayı hiç sevmezlerdi. Ama artık onu mecburen yukarı çıkaracaklardı. Seyis önceki gün iki işçiyle birlikte bir saat uğraşıp Trompet'i bağlamıştı. Onu yükleme yerine kadar götürmek Savaş'a düşmüştü. Yaşlı beygir ölü arkadaşını ağır ağır çekerek öyle dar bir galeriden geçiriyordu ki, zaman zaman onun derisini yüzme pahasına koşumlara asılması gerekiyordu; yorgunluktan tükenmiş halde kafasını sallıyor, mezbahaya gidecek olan bu et yığınının yere sürtünüşünü dinliyordu. Yükleme yerinde koşum takımları çıkarıldığında, hüzünlü bakışlarla arkadaşının yukarı çıkarılması için yapılan hazırlıkları, Trompet'in çamurlu çukurun üzerindeki kalaslardan geçirilişini, ağın bir asansör kafesinin altına bağlanışını izliyordu. Nihayet yükleyiciler ölü hayvanın geldiğine dair işaret verdiler; Savaş başını kaldırıp, önce yavaş yavaş yükselen, ardından birdenbire karanlıklara dalıp, bu kara deliğin tepesinde sonsuza dek yok olan arkadaşına son bir kez baktı. Boynunu uzatmış öylece duruyor, zayıf hayvan hafızasıyla belki de, yeryüzüne ait bazı şeyleri hayal meyal hatırlıyordu. Ama artık her şey bitmişti, arkadaşı yukarı çıksa da hiçbir şey göremeyecekti; kendisi de yukarı çıkarılacağı gün, acınacak bir et yığını gibi böyle sıkı sıkı bağlanacaktı. Dizleri titremeye başladı, uzak kırlardan gelen temiz hava soluğunu kesiyordu; ağır ağır ahırına döndüğünde sarhoş gibiydi.

GerminalHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin