Bölüm 8

878 93 53
                                    

Sehun, kağıda imzayı atıp, dosyanın kapağını indirdi. Bugünlük fazla işi kalmamıştı. Henüz öğlen bile olmadan işlerinin çoğunu bitirmişti. Babası yüzünden çok yoğun çalışıyordu. Bay Oh, şirketi gelecekte yönetecek oğlunu dosya yığınlarının arasına atmaktan hiç çekinmiyordu. Her departmandan dosyalar Sehun' u buluyordu. Çünkü babası her konuda fikrinin olmasını istiyordu. Başını büyük sandalyesine yaslayıp, kravatını gevşetti. O sırada çalan iç hat telefonuna sıkıntıyla baktı. Acaba yine ne iş yapılacaktı? İlk başta duymamış gibi yapmayı düşünse de sekreterinin babasına söyleyip, ortalığı ayağa kaldıracağından emindi. Birkaç çalıştan sonra ahizeyi kaldırdı.

"Efendim JiSoo?"

...

"Lu Han mı dedin?"

...

"Ne duruyorsun? Göndersene odama!"

Telefonu kapattıktan sonra cep telefonunun ekranından yüzüne ve saçlarına baktı. Saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı. Luhan gelmişti yahu! Buraya, Sehun' u görmeye gelmişti. Sehun heyecandan ölmeden önce Luhan kapıdan girse iyi olurdu. Zira kalbi duracak gibiydi. Kapının tıklanmasıyla hafifçe öksürüp, boğazını temizledi.

"Gel."

Kapı açıldı ve arkasında bütün mükemmelliği ile Luhan göründü. Sehun, gülümseyerek ayağa kalktı.

"Hoş geldin Luhan."

Kapının diğer tarafındaki, Luhan' ın arkasında kalan, deri oturma grubunu işaret etti.

"Otur lütfen."

Luhan gösterilen yere geçip oturdu. Sehun da tam karşısına oturmuştu. Sevdiği adamı görmenin mutluluğu ile parlayan gözlerini, Luhan' ın yüzüne dikti. O an fark etti. Bir terslik vardı. Luhan' ın göz altları dikkatli bakınca anlaşılacak derecede kırmızıydı. Sebebini merak etti ama sorup sormama konusunda kararsız kaldı. Deli gibi öğrenmek istiyordu ama araları henüz fazla samimi değildi. Söylemeyebilirdi Luhan. Luhan' ın gözaltlarındaki kırmızılığın sebebini öğrenememesi, içinde tuhaf bir sinirin filizlenmesine sebep olunca bir elini yumruk yapıp, diğer elini o yumruğa sardı Sehun. Yüzüne tekrar bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı.

"Ah, kabalık ettim. Hemen geliyorum."

Sehun kalkıp yine iç hat telefonunun ahizesini kaldırdı ve sekteri JiSoo' ya içeri, biri sütlü biri sütsüz, iki tane az şekerli kahve göndermesini söyledi. Ardından tekrar kalktığı koltuğa oturdu. Geldiğinden beri gözlerini dikip, yüzünü incelemekten başka bir şey yapmayan ve yüzünde mimik oynamayan Luhan' a baktı, tekrar. Luhan' ın sessizliği canını sıkıyordu. Sevdiği adamın sesini duymak istiyordu. Bu yüzden bir konu bulup sohbet açmalıydı.

"Eee Han, bu güzel ziyaretini neye borçluyum?"

"Sütsüz ve az şekerli kahve içtiğimi nereden biliyorsun?"

İkisi de aynı konuşunca sözler birbirine karışsa da Sehun, Luhan' ın ne dediğini çok iyi duymuştu. Ama buna verecek cevabı şu an yoktu. Luhan' a 'seni yıllardır seviyorum ve gözlemliyorum' diyemezdi. Luhan' ın kendisine karşı duyguları olmaması bir kenara, Sehun bir erkekti. Luhan' ın homofobik olmadığını biliyordu ama eşcinsel olduğuna dair bir kanıt da yoktu. Bir yalan bulmaya çalıştı. Yakalanmanın verdiği gerginlikle sesi titreyecekti, biliyordu. Ama konuşmak zorundaydı.

"B-ben daha önce-"

"Daha önce senin yanında hiç kahve içmedim. Bu yüzden böyle bir yalan uydurmaya kalkışma."

Sehun, şaşkınlıkla Luhan' a baktı. Kurtuluş yollarından biri tıkanmıştı. Başka bir yalan denedi.

"Sadece t-tahmin ettim."

Perfect TwoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin