‘En büyük pişmanlık; önyargılarımızdır.’
Bartu gittikten sonra oldukça sakin bir gün geçirmiştim. Onun geldiği, günümü mahvettiği anları karanlık zamanlara itmiştim. Ne ismini duymak istiyordum ne de yüzünü görmek. Mutfağımda yemek atıştırırken kapı aralandı, İrem dudağını ısırmış özür diler gibi bir ifadeyle bana bakıyordu.
Derin nefesler alarak yerimden doğruldum. ‘‘Ne oldu? Bir sorun mu var?’’ dedim cevaptan korkarak. Sanki kıyamet kopuyormuşçasına yavaş yavaş başını salladı.
‘‘Çok büyük bir sorunumuz var ve ismi de Bartu.’’
Bunu en başından beri tahmin edebiliyordum. Tam ayaklandığım sırada ışıklar titreşti. Gidip geldi ve ardından gürültüyle tamamen kapandı. Mutfak dâhil her yerin elektriği gidince dudaklarımın arasından kaçan küfürü engelleyemedim. Ellerimle önce İrem’e tutundum.
‘‘O adamın işi mi?’’ dedim öfkeyle. Doğum gününü mahvetmiş olabilirdim fakat bunu yapamazdı! Pastanemle oynayamazdı! İzin vermezdim, kesinlikle hayır!
‘‘Bilmiyorum. Zaten iki bina ötede elektrik hattı kopmuştu. Belki de ondan etkilendi.’’
İrem’i cevabı mantıklı olsa da bilememiştim. Emin olamıyordum, o delinin tekiydi! Ve her şeyi yapabileceğine inancım tamdı. İyi ki pastanemi tanıyordum. Hemen kapının kolunu bularak tezgâhın olduğu tarafa çıktım.
‘‘Mehmet!’’ diye seslendim ama kimse yoktu. Arkamı dönüp İrem’i çağırdım, cevap kocaman bir sessizlikti. Ağzımın içinde bir şeyler homurdandım ama duyan olmadığını biliyordum. Tezgâhın ardından çıkarak, masalara çarpmamaya çalışarak dış kapıya yöneldim. Elektrik kutusuna bakarsam sorun hallolabilirdi.
Telefonumu mutfakta unuttuğumu fark ederken sıkıntıyla elimi alnıma koydum. Oflayarak önümü görmeye çalıştım. Camlardan içeri ışık sızsa da nesneleri göremiyordum, tam anlamıyla yani.
Sandalyeye çarpınca acıyla inledim. Etrafımda biraz kıpırtı olunca hevesle bir şeyler görmeye çalıştım. ‘‘Mehmet? Geldin mi?’’ Bu sefer aldığım cevap sessizlik değil, pastanede yankılanan kahkaha oldu.
Omzuma dokunan el bütün izlediğim korku filmindeki sahneleri aklımda canlandırınca çığlık attım. Arkamı döner dönmez yumruklarımı katilime doğru sallamaya başladım. Hep o kızlarla alay ederdim, hani şu ışıklar gidince karanlığa yürüyen baş kahramanlarla. Şuan anlıyordum. İstemsizce atılan bir adım yüzünden oluyordu hepsi.
‘‘İrem?’’ dedim sesimin titremesine aldırmadan. Arkamdan yükselen kıkırtı bütün mide fonksiyonlarımı alt üst ederken derin bir nefes aldım.
‘‘İntikam..’’ diye fısıldadı kulağıma doğru çok tanıdık o ses. ‘‘Geç yenen bir yemektir.’’
Belki de hayatımın hatasını yaparak çok saçma bir şeye takıldım. ‘‘Soğuk yenen bir yemektir. Türkçe öğretmenin kimdi senin be.’’
Eli aniden omzumdan kayarak kolumu yakaladı. Tutuşu öyle sıkıydı ki boğazımdan kaçan inlemeye engel olamadım. Nasıl içeri girdiğini bilmiyordum ama buradaydı.
Bartu hemen ardımda durmuş beni açıkça tehdit ediyordu. Tepkim ise söylediği sözü düzeltmekti. Bravo bana!
Boğazımı temizleyerek kolumu çekmeye çalıştım. Tabi ki izin vermedi hatta hırsla kendine çekti. Geriye sendeleyerek ona doğru birkaç adım attım.
‘‘Eğer intikam alacaksan benden al.’’ dedim yarı bağırır yarı iğrenir bir sesle. ‘‘Pastaneme dokunma!’’
‘‘Bunu yapanın ben olduğumu mu düşünüyorsun?’’ diye sordu dehşete düşmüş gibi. Kısacık bir an hiçbir şeyden haberi olmadığını umdum. Daha sonra ikinci kahkahası yankılandı. ‘‘Tabi ki de benim!’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pastam Olur Musun?
Teen FictionEn büyük sevgilerin başlangıcıdır, nefret. Ezgi&Bartu