‘Mevsim değişse de aynıdır hala bazı haller.’
Sabahın yedisinde resmen enerji patlaması yaşıyordum! Dün gece koşar adım eve çıkmış, pencereye tünemiş ve Bartu’nun gidip gitmediğine bakmıştım. Filmlerde adam gitmez, camdaki kızla bakışırlardı. Öküz Bartu, gitmişti. Tabi bu bir şekilde iyiydi. Çünkü üst komşum Nermin teyze öyle pahalı arabayı apartmanın önünde görürse polisi arar, binayı ‘sapık var komşular, yetişin!’ diyerek ayaklandırırdı.
Üstüne gece bire doğru ‘iyi geceler’ adlı, adsız mesaj almıştım. Anlık dürtüyle Bartu olduğunu sansam da yanlış mesajdır diyerek silivermiştim.
Şimdi pastanemde içimdeki coşkuyu artıran ‘Haydi Gel İçelim – Yüksek Sadakat’ şarkısıyla yerleri paspaslıyordum.
Viledanın kırmızı sapını yere eğerken şarkıya eşlik ettim.
‘‘Topla da geeel! Haydi, gel içeliiim! Hepsini al da geeel! Haydi, gel içeliiim! Mazi kalbinde yaraysa, unut artık ne varsaaaa!’’
Şarkının akışını tamamen değiştirmiştim. Hayır, video çeksem ve nete yüklesem şarkıyı yayından kaldırıp bana tazminat davası açarlar, o derece!
Alkış sesini duyduğumda eğdiğim viledayla öylece kalakaldım. Sergilediğim rezil performansı izleyen birisi vardı. Çığlık atarak doğruldum ve kapıya doğru döndüm. Aptal kafam! İnsan kapıyı içeriden kilitler!
‘‘Bartu?!’’
Kollarını göğsünde kavuşturmuş, kaşlarını kaldırmış beni seyrediyordu. Beni ve elimdeki dans eşim olan kırmızı viledayı. Boğazımı temizleyerek -rezil olmadım- havasına bürünmeyi denedim.
‘‘Saatin yedi olduğunu biliyorsun değil mi? Ne işin var burada Bartu?’’
‘‘Seni görmeye gelmiştim ama daha ilgi çekici şeyler gördüm.’’
Yaptığı imayı anlamadan önce safça etrafıma bakındım. Sonra jeton düştü! Benimle dalga geçiyordu! ‘‘Beni niye görmeye geldin?’’ dedim sırıtarak. ‘‘Yoksa âşık mı oldun?’’
‘‘Dün aldığım darbe o kadar da kuvvetli değildi Elif.’’
Elif diyor. Elif. Gözlerimi kısarken bunun karşılıklı bir savaş olduğunu düşündüm.
‘‘O zaman ne istiyorsun Bahadır?’’
Dudaklarını birbirine bastırmıştı ama omuzları titredi. Kaşlarımı kaldırdım, resmen gülmeyeyim diye kıvranıyordu karşımda. Onu bozabilmek için ‘‘Çişin mi geldi?’’ diye sordum.
Keşke soru kalıbını ‘‘Tuvaletin mi var?’’ olarak değiştirseydim. Hayır, çişin mi geldi sorusu fazla özel geliyor kulağa. ‘‘Senin ağzın ne kadar bozuk?’’ dedi çoktan içeri yürümeye başlarken. Kapıya en yakın sandalyeyi çekip oturdu ve beni incelemeye başladı.
‘‘Çiş dedik küfür mü ettik?! Dün ağzına geleni saydıran benim sanki de.’’
Anlamıyorum, tam diyorum mosmor kalacak öyle bir laf ediyor ki moraran taraf ben oluyorum. Yok, dostum yok. Hiç hoşuma gitmiyor bu çocukla ağız dalaşına girmek.
‘‘Yapacağım işi de unutturuyorsun,’’ dedi resmen homurdanarak. Sanki gelip işimi bölen, saçma sapan dansımı gizlice izleyen kendi değilmiş gibi.
‘‘Doğum günü pastası yapman lazım.’’
‘‘Niye? Yaptığım üç katlı pastayı devirmekle yetinemedin yenisini mi istiyorsun?’’

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pastam Olur Musun?
Подростковая литератураEn büyük sevgilerin başlangıcıdır, nefret. Ezgi&Bartu