Her Kiracı Giderken Ev De Bir İz Bırakır!

479 54 26
                                    

Bu hayatta her şeyden nefret etmeyi kendime adet edindim. Günlerden, günlük rutinlerden, insanlara sahte davranmaktan... kısaca her şeyden herkesten nefret ettim. Aslında buna mecbur bırakıldım desem daha doğru olur. Sonuçta kimse bu hayata sırf bir şeylerden nefret etmek için gelmiyor ya?

Tüm bu düşüncelerimin yansıması yüzüme vurmaya devam ediyor. On metre uzaktan beni görseniz yolunuzu değiştirmek isteyebilirdiniz emin olun. Bu yüzden pek dışarı çıkmayı tercih etmiyorum. Tüm günümü salondaki iki kişilik kanepenin üzerinde sürdürüyorum. Evimde olan herşey iki kişilik aslında; koltuklar, yataklar, bardaklar bile iki kişilikken benim tek başına sürünüyor olmam ne kadar da tuhaf. Bir küfür de bunun için savurup sigaramı o iki kişilik koltuğun üzerinde söndürüyorum, onun çok sevdiği koltuğa. Bir küfürde onun için savuruyorum, en okkalısından. Çok fazla küfür ettiğim için kendime kızıyorum ama içimdeki acıyı atmanın, daha doğrusu hafifletmenin başka bir yolu yok. Bir insan neden bu kadar sever ki birini? Tüm hayatını ona adayıp her şeyinden vazgeçebilir mi? Biz olmak yerine o olmayı koşulsuz şartsız isteyebilir mi bir insan? Tüm bunların ağırlığı ile değil de "beni çok boğuyorsun, artık bitti bu iş kendi başının çaresine bak!" cümlesinin ağırlığı ile çökebilir, acılar içinde ölüp yeniden doğabilir mi? Yeniden doğduğunda aynı acılarla yeniden ölebilir mi bir insan? Ölebiliyormuş demek. "Hayatta büyük konuşma evladım. Sonra başına gelir!" diyen anneannem için yakıyorum bu sigaramı. 

Çalan telefonumu elime almak istemiyorum. Belki arayan o dur diye bir umudum yok çünkü aramayacağını çok iyi biliyorum. Her zaman böyleydi o gözünden çıkardığı hiçbir şey için asla arkasını dönüp geri bakmazdı. Belki de onu bu yüzden çok sevdim. O benim olamadığım, olduramadığım şeylerin toplamıydı çünkü. Asla geri bakmaz, verdiği karardan dönmez ve asla sırf ayıp olmasın diye insanlara gülmezdi. Benim zıttımdı, buna geçmiş bir ek getiriyorum çünkü şimdiki halimin onunla tanıştıktan sonraki halime uzaktan yakından bir alakası yok. Ben daha vicdanlı, gülmeyi seven, insanları kırmaktan korkan ve bu yüzden en çok üzülen taraf olmaya mahkum olmak zorunda olan biriydim eskiden. Sırf bu yüzden beni buzla tuz ettiğinde de sesimi çıkaramadım ya! Şimdi durup düşününce "farklı davranmış olsaydım acaba neler olurdu?" sorusunu kendime sormadan duramıyorum. Yine gider miydi? Yoksa kalıp bir şeyleri değiştirmek ister miydi? Beni başka bedenlerle aldatıp bunu bana söylemek yerine benimle daha tutkulu sevişir miydi? Bilmiyorum. Zaten ben hiçbir şey bilmiyorum ve bu yüzden her seferinde daha ağır kayıplar veriyorum. Artık kaybedecek tek bir canım var ve onu da herşeyi anlattıktan sonra kendi rızamla bırakacağım. Belki de geriye dönüp bakmayacağım, pişmanlık duymayacağım tek kararım bu olacak. Bu hikayede isimler, cinsiyetler, yaşlar gibi çoğu şey yok. Yani bunu bulup okuyorsanız diye söylüyorum. Kafanızın karışacağını ve "bir insan isimsiz olur mu hiç?" diyeceğinizi biliyorum. Bir insan istediği, daha doğrusu herşeyden vazgeçtiği zaman çokta güzel isimsiz, cinsiyetsiz ve yaşsız olabilir çünkü zaten en önemli şeyini kaybetmiştir aslında ve bu saatten sonra diğer şeylerin pekte bir önemi kalmaz. Hem hepimiz aynı trajedileri yaşamıyor muyuz? Hepimiz muhakak sevdiğimiz biri tarafından dımdızlak bırakılıyoruz netice de. İçimizde sırf ona inat olsun diye evlenenler de var, sırf onu unutmadığı için bir daha kimseyle beraber olamayanlar da. Çok az yeniden mutlu olanlar da var aslında ama onların bizim aramızda yeri yok. Onlar aşk ve sevgiyi karıştıran kişilerdir genelde ve  ilişkileri bitip haciz memuru ellerinde kalan son şeyi alıp gittiğinde "aşıktım abi!" derler. Hiçbiri kalkıpta "köpekler gibi sevdim, o gittiği an tüm ruhum çekilip gitti be abi! Ben nasıl yaşarım bu saatten sonra?" demezler. Genelde bu yüzden sürekli farklı kişilerle beraber olup ayrılırlar ve bir süre sonra bundan sıkılıp ilk bulduğu kişilerle evlenirler. Garibanlar da sırf onları sevdikleri için evlendiklerini zannederler. Aslında sırf oyuncaklardan sıkılan çocukların son oyuncağı olduklarını bilmezler, belki de onlarda kendi günahlarının bedelini bu şekilde ödemek istedikleri için ses çıkarmamayı tercih ederler belki de. İnsanoğlunun bu garipliklerini anlamıyorum. Neyse bu konu çok uzar, nerede kalmıştık? Bu hikayede isimler falan yok. Belki beğenmeyebilirsin, belki de geçmiş acılarını körüklediği için bana nefretini kusmak bile isteyebilirsin ama emin olduğum bir şey var; sende benim gibi aynı acıları çektin, belki yeniden doğmayı başarabildin ama ben başaramadım. Bu yüzden bu satıları okuyacağını ve "Keşke böyle yapmasaydın" diyeceğini biliyorum. Bende böyle olmasını ve hayatımın böyle saçma bir şekilde noktalanmasını istemedim. Bunu değiştirmek için çabaladıkça battım ve battıkça daha çok çabaladım. Şimdi ise bu bataklıkta yaşadığım şeyleri anlatma zamanı.

Bu satırları yazmak bile insanı rahatlatıyor. Size de böyle oluyor mu? İçinizde kalan tüm acıları bir nebze bile olsa haykırmak, sizi bir parça da olsa rahatlatıyor mu? Beni rahatlatıyor ve bu rahatlama da uykumu getiriyor. Son zamanlarda sürekli uyuyorum zaten. Doktorun verdiği ağır antidepresanlar sayesinde zaten uyanık kalmam mümkün değil. Gözlerim yavaş yavaş o uçsuz bucaksız karanlığa el sallarken kanape de cenin pozisyonunu alıyorum. Belki, belki gelir de ne kadar çaresiz ve yalnız olduğumu görür. Bu söylediğime gülerek uykuya yenik düşüyorum. Bir başka berbat bir güne daha başlamak için kabuğuma çekiliyorum.

OHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin