Mutlulukla gerinerek dün gece yaşanılan duygu dolu anları düşünerek kolumu Jinyoung'un beline sarılmak için koyduğum da soğuk çarşafla karşılaştım. Kapalı gözlerimi hızla açarak yattığım yatakta doğruldum. İçerde olabileceğini düşünerek çıkacakken açık dolap kapakları dikkatimi çekti. Gördüklerimle sinirle odadan çıktım.
Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Beni seviyor olmasına rağmen nasıl yüz üstü bırakabilir beni. İkimiz için bu kadar uğraşmışken nasıl gidebilir. Binbir duyguyla salona girdiğimde Jaebum'u tek başına otururken buldum.
'Jinyoung gitmiş.' Başını aşağı yukarı sallayarak beklediğim tepkiyi vermeyince kaşlarımı çattım.
'Biliyordun değil mi?! Gidecegini biliyordun ve hiçbir şey söylemedin! Nasıl böyle bir şeyi saklayabilirsiniz benden!'
'Ben de senin kadar üzgünüm Mark. O benim kardeşim gibi ama gitmeye mecburdu. Onun kararı değil.' Park Jinyoung Pd-nim. Demek o gün beni yanından kovmasının sebebi buydu. Sevgilimi benden uzaklaştırmak.
Aramak için telefonumu almaya gidecekken konuştu.
'Boşuna arama telefonu da dahil numarası değiştirildi.' Sakin tavrı daha da sinirlenmeme neden olurken dibinde bittim.
'Nerede olduğunu biliyorsun değil mi?!' Cevap vermedi. Tabii ki biliyordu boşu boşuna zaman kaybediyordum.
'Onu bulacağım!'
'Bulamazsın.'
'Sen öyle san.'
'Mark bu ciddi bir konu gitmesi gerekiyordu eğer gitmeseydi neler olacağını bilmek istemezsin. Bir süre uzak dur.' Karşıma dikilerek söylediği sözlerle çılgına döndüm.
'Benden bunu nasıl isteyebiliyorsun! Jinyoung benim sevgilim ve ondan uzak durmayacağım. Bunca zamandır neler çektiğimizi en iyi sen biliyorsun! Nasıl bu kadar umursamaz davranabiliyorsun!' Bağırarak söylediğim sözlere karşılık başını yere eğdi ve sıkıntıyla konuştu.
'Mecburum.' Kaşlarımı çatarak konuştum.
'Seni de tehdit etti değil mi?' Sıkıntıyla iç çekerek koltuğa geri oturdu.
'Jaebum bana yardım etmen gerekiyor.' Sakinlikle konuşmama karşılık başını bana çevirdi.
'Nasıl? Bana Jinyoung'un gideceği yeri söyledi ama söylediği doğru olsa bile ülkeyi tek tek arayamazsın.'
'Bana nerede olduğunu söyle.' Bıkkınlıkla gözlerini devirdi ve konuştu.
'Japonya.' Sırıtarak oturduğum koltuktan kalktım ve hızlı adımlarla odama ilerleyip birkaç parça kıyafetimi ve gerekli olan eşyaları çantaya koydum. Seri hareketlerle üstümü değiştirerek odadan çıktığımda Jackson ve Yugyeom Jaebum'un yanında oturuyordu.
'Hyung nereye gidiyorsun?' Yugyeom'un şaşkınlıkla söylediklerine karşılık gülümseyerek konuştum.
'Jinyoung'u almaya gidiyorum.'
'Ciddi olamazsın. Delirdin mi sen onu bulman imkansız. Japonya'nın ne kadar kalabalık olduğundan haberin var mı senin?!' Omuzlarımı silkerek cevap verdim.
'Onu bulacağım Jaebum. Ne kadar sürerse sürsün geri almadan dönmeyeceğim.' Arkamdan bağırmalarına kulak asmadan evden çıkıp telefondaki numarayı tuşladım.
'Andrew.'
'Mark sen beni ararmıydın dostum.'
'Yardımın lazım.'
'Tabii yoksa niye durduk yere arayasın.' Söylediğine karşılık gözlerimi devirdim. O sıra da yoldan geçen taksiyi çevirirken cevapladım.
'Bulacağın kişi Park Jinyoung. Japonya'daki bütün şehirleri ve her kamerayı didik didik ara ve onu bul.'
'Bu uzun sürecek bunu biliyorsun değil mi?'
'Umrumda değil. Bilgisayar uzmanlığını konuştur ve onu bul.'