Bolum 5

21 9 4
                                    


Medya: Sırma🌼

2 Hafta Sonra


Evet... Özgürlüğümü gerçek anlamda kaybetmemin üzerinden iki hafta geçmişti. İki haftadan beri bu ıslah evinde kalıyorduk.
Şanslıydım ki Sırma da benle beraberdi. Her ne kadar kendimi indanlardan soyutlasam da bu Sırma için geçerli olamamıştı.

O kadar sempatik ve güleç bir insandı ki ben bile onca acıma, gözyaşıma rağmen insanlara karşı aldığım gardımı ona karşı indirmiştim. Aslında çenesi sağolsun, zorla indirtmişti...

Kıvırcık kumral saçlarıyla, renkli gözleriyle ve mükemmel gülüşüyle buraya ait değil gibiydi... Ta ki hikayesini dinleyene kadar!

Bazen dünyanın tüm derdini ben çekiyormuşum gibi gelirdi... Sanki tüm dertleri ben üstlenmişim gibi. Ne kadar da bencilceydi bu! Benden daha beterini yaşayan ve gülmeyi unutmayan insanlarda vardı. Kendi acılarımı küçümseyemem ama bir tek de ben acı çekiyormuşum gibi davranmam da bencilceydi!

Sırma'nın babası o daha çok küçük yaştayken ölmüş. Annesi tekrar evlendiğinde on yaşındaymış. Üvey babası ilk önce ona karşı iyiymiş, kendi kızı yerine koyarmış. Ancak on beş yaşındayken annesinin ölümü onları sarsmış. Üvey babası annesinin ölümünden sonra, Sırma'yı taciz etmeye çalışmış. Tam bir sene boyunca, Sırma bu tacizlere boyun eğmiş ama en sonunda o adamın ona tecavüz etmeye kalkmasıyla, Sırma onu öldürmüş...

İşte bu da Sırma'nın hikayesiydi. Kuruduğunu düşündüğüm göz pınarlarım, hala kurumadığını Sırma'nın hikayesini dinlerken ispatlamıştı.

Yatağımda gözümü kapatmış bunları düşünürken, Sırma'nın yakınmasıyla açtım gözlerimi:

-Safir! Öf vallaha bu kokuya dayanamıyorum artık! Hayır yani bir koğuşta on iki tane kız var, neden bu kadar pis heryer!? Ne biçim kız bunlar ya!? Yani hiç mi-

Hemen devreye girmem gerekti çünkü Sırma yakınmaya başlayınca ne yazık kı susturmak mümkün olmuyordu. Hızla sözünü keserek:

-Sırma nefes al! Nefes al tamam mı? Daha dün temizlik sırası bizdeydi. Bücürlerden biri altına yapmış olmalı...
Dedim. Etrafa göz gezdirdim hızla. Bizden başka herkes uyuyordu. On iki, on sekiz yaş arası çocuk suçluların yeriydi burası... Suçlulardı belki ama çocuk değillerdi, hiçbiri...

-Ay Safiş... Sen bana çok mu konuşuyorsun diyorsun? Aşk olsun ben hiçbir zaman çok konuşmam bir kere! Asıl sen az konuşuyorsun da onda-

Daha konuşacağını bildiğim için hızla ranzamı toplayıp aşağı indim. Üstte ben altta Sırma yatıyordu. Yatağımızın dibinde küçük bir pencere vardı ve ben geceleri onu açarak saatlerce dışarıyı izliyordum. Burada en sevdiğim yerdi.

Kahvaltı saatinin yaklaştığını görünce Sırma'ya dönüp:

-Birazdan gelirler kahvaltıya çağırmaya, yatağını topla.
Dedim üzerimi değiştirmeye gitmeden önce.

-Ay Allah'ım bu yağuşukluluk, pes yani! Erkek olsan ilk sana verirdim Safiş'im. Şu boya, posa, endama bir bakın hele... Maşallah, maşallah...

Teyzeler gibi üzerime tüküren Sırma'dan kaçarken göz devirmeyi de ihmal etmedim. Şu iki haftada öğrendiğim en önemli şey, Sırma'nın dilinin ayarının olmadığıydı...

***

Yemek için kafeteryaha inmemiz gerekiyordu. Günde üç öğün dışında yemek yasaktı. Ayrıca bir öğünü kaçırırsan diğer öğünlerde de yemek verilmiyordu. Hoş burada yaşamanın kolay olmayacağını tahmin edebiliyordum ve tabi ki buna şaiırmamıştım. Bu kafeterya büyük bahçeye açılıyordu ve orada tüm vaktimizi geçiriyorduk. Bahçede voleybol sahası gibi oyun alanları vardı.

-Safiş, bahçede yiyelim mi? Baksana burası çok dolu.
Dedi Sırma, renkli gözlerini belerterek bana bakarken. Şu an tam bir şaşkın ördeğe benziyordu.

-Pekala... Sen yine taramalıya bağlamadan bahçeye çıksak iyi olacak.
Dedim ve gülerek arkama döndüm.

Arkamı dönmemle kızın birinin bana çarpıp, beni yere düşürmesi bir oldu. Afallayarak gözlerimi sonuna kadar açıp karşımdaki kıza bakmaya başladım. Beni umursamayıp arkasını döndü. Çabucak kendime gelip:

-Hey! Sen en yaptığını sanıyorsun!?
Dedim birden bağırarak. Kız bana dönüp tek kaşını kaldırdı ve:

-Pardon!? Sen az önce bana mı bağırdın!? Millet, bu çaylak bana mı bağırdı yoksa ben mi yanlış duydum!?
Dedi etraftaki gözünü kırpmadan bize bakan topluluğa.

Vücudumdaki sinir birden baş göstermeye başladı. Hızla ayağa kalkıp kızın karşısına geçtim. Sırma yanıma gelip kolumu sıkarak yanımda olduğunu belirtti. Bu hareketiyle yüzümde silik bir gülümseme peydah oldu.

-Sana bağırdım! Kafeteryada birine çarpan ve özür dilemeden giden başka bir sakar görüyor musun!?
Dedim kafamı dikleştirerek. İşte ben buydum! Karşımda babam olsa bile hak ettiği cevabı verirdim. Kendi hemcinsime mi vermeyecektim!?

Sırma kısık sesle:

-Safiş bence susmalısın! İçimden bir ses buradaki herkesin ondan korktuğunu söylüyor.
Dedi. Sesinde korkudan çok endişe vardı. En fazla bizi döverlerdi ve biz de dövülmekten korkmuyorduk. Benim için endişeleniyordu ve bu benim ağlama isteğimi dürtüklüyordu.

Karşımdaki esmer kıza bakışlarımı indirdi. Benden kısaydı ve ben bundan inanılmaz bir zevk alıyordum.

Sanırım az önceki karşı çıkışım karşımdaki buraya tezat, oldukça süslü olan bu kızı sinirlendirmişti.

-Bana bak yenisin galiba! Bu sefer seni affediyorum. Bir daha olmasın! Acımam!
Dedi soğuk bir sesle. Ne zannediyordu kendini bu!? Bana emir verecek son kişi bile değildi ama yine de bana emir veriyordu! Sinirle soluyarak:

-Pardon! Kim oluyorsun da bana ahkam kesiyorsun!? Kendine gel bence! Belli ki burayı çok sahiplenmişsin ama unutma burası babanın çiftliği değil! Hele biz o çiftlikteki -bizi izleyen kızlara dönerek- hayvanların hiç değiliz!
Dedim. Kız iyice sinirlenince bir anda üzerime atılacaktı ki Sırma önime geçti.

-Kimsin sen!? Uzatma, uzak dur bizden.
Dedi Sırma. Kız birden kahkaha atarak çevredekilere bağırmaya başladı:

-Biri bu çaylağa benim kim olduğumu anlatsın! Ezel Çisem'im ben! Adımın geçtiği yerde soğuk rüzgarlar eser! Yazık size... Cesaretin takdire şayan! Bu arada bir kızın annesini öldürmesi de hafife alınacak gibi değil! Değil mi kızlar!?

Kanın beyne sıçraması tabirini şu an canlı canlı yaşıyordum. Hızla kızın saçlarına asıldım.

Kendim hakkında hiçbir açıklama yapmama rağmen bu kızın benim ile ilgili bir şeyler bilmesi canımı sıkmıştı. Bu kız kimdi!?

Ellerimin arasındaki saçlara biraz daha asılarak:

-Bana bak lan! Kimsin, nesin bilmiyorum ama hayatıma burnunu sokarsan, bende o burnunu kopartır götüne sokarım, orospu!
Diye bağırdım. Herkes şok olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Allah aşkına, bu kıza neden itaat ediyorlardı bilmiyorum ama ben onlar gibi değildim! Ben babama bile itaat etmemiştim. Bir orospuya edecek değildim...

Tam Ezel'i geri itecektim ki kollarımdan tutulup bir yere çekilmem bir oldu. Hızla beni çekiştiren kişiye döndüm, bu kafeteryanın gardiyanıydı. Sırma'yı da yanıma çekiştirip:

-İkinize de iki gün boyunca yemek yok! Bir hafta hücre cezası aldınız...
Dedi bize doğru tıslayarak. Bizi bir hafta boyunca kalacağımız soğuk ve rutubetli odaya tabiri caizse fırlatarak gitti. İşin garip yanıysa Ezel'e uyarıda dahi bulunmamışlardı. Ne haltlar dönüyordu lan!?

Soğuk Savaş...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin