Kimsesiz bir çocuğun kendi kalabalıktır!

43 6 6
                                    


O gece babam beni sabaha kadar dövmüştü. Yorgunluktan uyuyakalmıştım. Sabah hiçbirşey olmamış gibi duşa girip ıslığımla yine en sevdiğim şarkının nakaratını seslendiriyordum. Siyah keten pantolon, siyah gömlek, kırmızı saat ve biraz parfüm. Hazırım. Balkona çıktığımda güneşin yeri göğü yakıp kavurması, tüm insanların dilinde aynı cümle. Yağmur sanki kavrulmamızı istermişcesine yağmak bilmiyor, çocuklar uyutmamak üzere ayarlanmış saatli bomba gibi çığrışıyorlardı. Ahh sersemler... Aç karnına yaktığım bir sigaraya asla değişmemişimdir en zevkli anlarımı. Kendime soruyorum: Kerim? Ne yapacaksın bugün evlat? Bekir amcanın sandalyesinin altına torpil atmayı bırakalı 5 sene oluyor. Nimet teyzenin gözlüğünü saklamayı bırakalı ise 7. Yaşım 19 ama aklımdan gelenin geçenin haddi hesabı yok. Aklım hala o zilli Derya'da kalsada, ben artık kendimde bile kalmam. Yeter bu kadar düşünce. Hadi Kerim biraz kahvaltı yapalım. Aşağıya indiğimde Esma Sultan yine kahvaltıyı dört dörtlük kurmuş ve uzaktan seslenerek; Kerim Bey, bugün hangi kızı gözünüze kestirdiniz efendim? diyerek gülümseyiverdi. Aklımımı okudun dedim içimden. Harbiden de bugün hangi kızı gözüme kestirsem diye düşünüyordum...
Kahvaltımı yapıp arabama bindim. Ve yine en sevdiğim müzik olan Wild July'i açıp yoluma devam ettim. Herşey çok güzel dimi? Kerim çok mutlu biri. Hayır işte, siz mutlu görüyorsunuz. ''Hayat acımasızların dilinde oyuncak edilmiş bir yalvarış, istenmeyen bir varlığın her gün içinde kendini asması ise aldanıştır!''
Gün sayıyordum. 12 Şubatta bir yakınımı kaybetmiştim. Ve işin garip tarafı ise kimse bunu bilmiyordu. Çok seviyordum onu. 10 Şubat, saat 23:01'de oldu olanlar. Detaya girmeye gerek yok Kerim! Fenalaşıyordum sanırım. Arabamı sağa çekip derin bir orman havası çektim. Bir sigara yakıp torpido'dan çıkardığım 14'lümü belime koydum. Hani her insanın içinde savaş verdiği, ama asla öldüremediği bir katili vardır ya, işte benimde katilim oydu. Seneler önce annemi toprağa verdiğimde anlamıştım, ''Gidenlerin gelmediğini, ölenlerden öğrendiğimi.'' O gün kafamı öne eğerek, yamalı pantolonum ve yırtık kazağımla mezarlıkta kaldım. Sabaha kadar titreyen bedenimi hissettikce, annemin toprak altında daha da üşüdüğünü hissettim. Yırtık ayakkabılarımı giyip ağır adımlarla mezarlıktan çıktım. Kapının önüne lüks bir otomobil yanaştı ve beni evlatlık almak istediğini, çok da iyi bakacağını söyledi. Çocukluk aklı, ilk başta baktım gözlerinin içine, sonra reddettim. Şimdiki aklım olsa önce bakardım gözlerinin içine, sonra delik deşik ederdim. Dediğim gibi çocukluk aklı işte. O dönemde oldukça başarılı bir kitapevinde çırak olarak işe başladım. Annem yok artık, kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerek. Gel zaman git zaman işimin artık ustası olmuştum ve kitaplar oldukça dikkatimi çekmeye başlamıştım. Hani bir insan yıllarca aynı işte çalışıp da illAllah eder ya, bende tam tersi sanki daha yeni başlamışım gibi bir heyecan oluşuyordu. Ustamın adı Ahmet Polat'dı. Bir gün sordum ona, Ahmet Usta? Neden bu mesleği yapıyorsun? Fazla bir geliri yok. Çok şükür karnımız doyuyor fakat neden işi büyütmüyorsun? Ustamın bana cevabı şu olmuştu:
Herkes işini büyütüp millete daha çok mal satabilir, daha çok kazanabilir, daha çok tanınabilir. Ama onların amacı sadece alışveriştir Kerim. Biz, insanların insanlığa vermek istediği mesajları, dersleri, ve öğütleri, birden fazla dükkan açmayarak, bir anda çok satmayarak, tanınmayarak da verebiliriz. Asıl zenginlik şu kutu kadar dükkanımızda. Sen olsan gölden altın mı çıkarırsın, yoksa okyanustan elmas mı? ''Tabiki okyanustan elmas, usta.'' dedikten tam 4.5 dakika sonra anlamıştım bana sorduğu sorudaki vermek istediği mesajı. Yerleri süpürmeye devam ettim...

Zifiri Karanlığın DilindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin