Üzerinde eğreti durduğunu düşündüğü kıyafetleri giymesine yardım eden Eleni'ye gülümsedi Hilal. Başlarını belaya sokacaklarından adı gibi emin olmasına rağmen onlara yardım etmekten geri kalmamasına minnettardı. Eleni başkaydı, ablasına nasıl olup da tahammül ettiğine şaşırırdı Hilal. Onun gibi yumuşak huylu, iyi niyetli bir kızcağız ablasının kibirli hallerinden defalarca nasibini almış olmasına rağmen hala onun en yakın arkadaşıydı.
"Çok güzel oldun Hilal. Saçlarını da yapalım, olmaz mı?"
"Boşver Eleni, zaten şapka takacağım"
"Olur mu hiç öyle, gel, ben hemen hallederim şimdi. Madem bir şey yapıyoruz, tam olsun değil mi?"
"Arkadaşları bekletmeyeyim" dedi Hilal sıkılarak. Zaten alışık değildi üzerindeki kıyafetlere, bir garip hissediyordu kendini. Eleni'nin ona yardımcı olurken değindiği her ayrıntı daha da mahçup etmişti onu. Ablası olsa eğlenerek, gülerek, keyifle giyerdi bunları ama Hilal bir amaç için bürünüyordu bu kılığa, süslenmeye ne gerek vardı? Kalabalıkta dikkat çekmeyecek şekilde hazırlansa yeterdi ona.
Yine de izin verdi Eleni'nin saçları ile uğraşmasına.
"Beklesinler, bir şey olmaz" dedi Mehmet ve diğerlerini kastederek.
Eleni işini bitirdiğinde bir ayna getirdi, Hilal'in karşısına geçti. Aynadaki yansımasına baktı genç kadın. "Bu ben miyim?" dedi içinden, gülümsemesine mani olamadı. Eleni'ye minnetle teşekkür ederken arkadaşının ellerini tuttu. Eleni, şefkatle baktı Hilal'e.
"Bir şey yapmadım ki!" dedi "Fakat bana söz vereceksin"
"Tamam Eleni, kıyafetleri gözümüz gibi koruruz. Madam Babet'e mahçup etmeyiz seni" dedi gülerek.
"O değil, deli kız" dedi Eleni onun gülümsemesini paylaşarak "o da var tabi ama bana söz vereceksin, başını belaya sokmak yok"
Başını belaya sokmak mı? Hilal ve arkadaşları belaya koşa koşa gidiyordu ama bunu Eleni'ye söyleyecek değildi elbette. Genç kadının ellerini sıktı.
"Tamam, merak etme sen" dedi onu rahatlatmaya çalışarak.
Odadan beraber çıktıklarında arkadaşlarının inanamayan bakışları ile karşılaştı Hilal. Hepsi takım giymiş karşısında dururken gözleri Hilal'e kilitlenmişti. Osman hepsinin aklından geçeni dillendirdi.
"Biz dikkat çekmeyelim diye böyle giyindik ama sen böyle çok dikkat çekersin" dedi gülümseyerek.
Gözlerini bir an bile Hilal'den ayırmayan Mehmet konuştu Osman'ın ardından.
"Çok güzel olmuşsun"
Biraz utanmıştı Hilal. Öyle ya, güzelliğinden bahsedilen hep ablası olmuştu, Hilal alışık değildi buna.
"Teveccühünüz" dedi, başka ne diyeceğini bilememişti. Hepsi arkadaşıydı ne de olsa. Her zamankinden farklı görmek böyle konuşmalarına sebep oluyordu muhtemelen.
"Gidelim mi artık?"
Eleni'ye teşekkür edip, Yunan başbakan yardımcısının karşılanacağı tören alanına doğru giderken hepsinin gözü etrafı tarıyordu. İzmir sokakları bugün her zamankinden fazla sayıda Yunan askerini ve düşük rütbeli subayları taşıyordu üzerinde. Babası yüzünden tanınmaktan çekiniyordu Hilal, başı dik yürüse de tedirgindi.
Köşeyi dönüp sokaktaki rutin hareketi izlemek dışında bir şey yapmayacağı için görev konusunda nispeten rahat olan Leon önceki akşamı düşünmekten kendini alamıyordu bir türlü. Namlunun ucuna dayanan sineyi, o gözlerdeki meydan okuyan bakışları, "Bir an bile tereddüt etmeden vururdum seni" deyişini ve ardından bulutlanan mavileri. Bulutlanan mavilerin kendi hayal gücü olup olmadığını sorguluyor, bir türlü bir sonuca varamıyordu genç adam. Hilal kaçarcasına uzaklaşırken ona verdiği sözü hatırladı yine. Bir dahaki sefere ateş edecekti, hiç düşünmeden. Namlunun ucunda kim olursa olsun. Bu sözü tutamayacağını içten içe bilirken hayal kırıklığını başka türlü bertaraf edemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Hanım ve Teğmen
Fanficİçimde kalanlar, göremediğim ama görmeyi çok istediğim sahneler.