Right on Time

798 75 14
                                    

Kelime sayısı: 994
~○~○~○~○~○~○~○~
Jackson sabah uyandığında yağmurlu hava yerini güzel, güneşli bir güne bırakmıştı. Jackson gülümsedi ve yatağından yavaşça kalkıp giyindi. Bugün yoğun bir gün olacaktı. Olması gerekenden üç saat önce uyanıp annesini işe giderken geçirdi ve mutfağa girdi. Mark ile ikisine öğle yemeği hazırlayacaktı. Böylece okulda ona sürpriz yapabilirdi. Mark ona gerçekten kırılmıştı ve Jackson bugün kesinlikle onun gönlünü alacaktı. Sandviçleri şeffaf poşetlere koyup ağızlarını bağladı ve çantasına koydu. Sonra mutfağa geri koşup portakal sıktı. Mark portakal suyu sevmezdi bu yüzden ona süt koydu. Çikolatalı. Onun favorisi.
Sonra bir kağıt ve kalem çıkardı. Mark'a yazdığı notu tatlı bir Winnie the Pooh çıkartmasıyla süsledi ve çantasına koydu. "Dua et origami yeteneklerim körelmemiş olsun Tuan..." İşi bittiğinde saate baktı, sadece bir saat geçmişti. Televizyonu açtı ve kahvaltısını etti. Kahvaltısı bitince bahçeye çıktı ve ona bir tane beyaz gül kopardı ve kendi kendine mırıldandı. "Senin için yaptığım şeyler..." Gülü dikkatlice tuttu ve çantasını omzuna taktı.
Evden çıkıp hızlıca okula yürüdü. Normal birinin okula gitmes için çok erken bir saatti. Okula geldiğinde sadece yurtta kalan öğrencileri ve erken gelen birkaç öğretmeni gördü. Mark'ın dolabına gitti. Şifreyi zaten biliyordu. Koridoru kontrol etti ve şifreyi girip dolabı açtı. Yazdığı mektubu ve gülü dolabına dik olarak yerleştirdi. Heyecanlanmıştı. Mark'a daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı. Acaba beğenecek miydi?
Yavaşça dolabın kapağını kapadı ve kütüphaneye gitti. Ders başlayana kadar biraz hazırlanabilirdi. Bu sırada Mark, basketbol oynamak için okula bir saat erken gelmiş dolabına ilerliyordu.
Dolabı açtığında yere bir gül, özenle katlanmış bir kağıt ve küçük, kağıttan yapılma bir kuş düştü. Mark merakla eğilip hepsini yerden aldı. Kuşa bakıp gülümsedi. Üzerinde uğraşılmışa benziyordu. Dikkatlice dolabının üst bölmesine koydu ve güle baktı. Ona kim gül verirdi ki? Bu bir aşk mektubu falan mıydı? Gülü de dolaba yerleştirdi ve katlanmış kağıdı açtı. Köşede ona gülümseyen Winnie the Pooh çıkarmasını görünce notun Jackson'dan olduğunu anlamıştı. Derin bir nefes aldı ve okumaya başladı.
Hey Mark,
Biliyorum konuşmak istediğin son kişi falanım ama şu an konuşmuyorum! Bu bir özür mektubu. İstesem de konuşamam. Yani rahat rahat okuyabilirsin. O gün söylediklerimin seni bu kadar üzeceğini düşünmemiştim...bilirsin konuşurken pek düşünmem. Kimsenin gözünde o kadar değerli değilim derken seni unutmuşum. Bekle...keşke bunu yazmasaydım bu biraz kırıcı olabilir. Onu yazmadığımı var say!
Mark başını sağa sola sallayıp mırıldandı. "Tam bir gerizekalısın..."
Her neyse dediklerimi biraz düşündüm ve haksız olduğumu anladım. Gözünde ne kadar değerli ve özel biri olduğumu, beni ne kadar önemsediğini, yaptığın hiçbir şeyi aslında yapmak zorunda olmadığını ama benim iyiliğim için yaptığını fark ettim.
Biliyorum duygusal konuşmalar yapmak konusunda iyi değilim. Ama bu bir konuşma değil ;) Bana kendimi affettirmem için bir şans verir misin? (GEREKİRSE BİRKAÇ TANE) Söz veriyorum buna değecek! Ayrıca bir topu yerde sektirip bir deliğe atmaya çalışmaktansa gelip benimle konuşmak zaman geçirmek için daha iyi bir yol. (Lütfen böyle dediğimi okulun basketbol takımına söyleme.)
Bugün saat dört olduğunda seni çatıda lezzetli sürprizlerle ve bir özür konuşmasıyla bekliyor olacağım Markie-Pooh! Lütfen orada ol. Özür konuşmamı bir kuşa yapmak istemiyorum. Ayrıca Joey annemi arayıp tartıştığımızı söylemiş. Beni oturtup en iyi arkaşınla tartışmamalısın konuşması yaptı. Benim için tokatlar mısın? Teşekkür ederim! Unutma! Öğlen dört. Çatı. Kuşlara yapamayacağım özür konuşması. Seni seviyorum!
Not: Gelirken bu notu da getir ki sen olduğundan emin olayım. Eğer getirmezsen senden özür dilemem. Çünkü birileri seni klonlayıp bana gönderdiyse kendimi klon Mark'tan korumam gerek.

Jackson♡

Mark notu doabına koyup dolabı kapadı. Spor salonuna doğru yürüken kendi kendine mırıldandı. "Acaba fazla mı sert davrandım?" Ellerini birbirine sürtüp başını sağa sola salladı. Mark sadece gerekeni yapmıştı. Jackson'ın daha çok kendini küçük görmesine izin veremezdi. Elinde olanları görmemesi Jackson'ın aptallığıydı.
Kendini rahatlattıktan sonra spor salonunu kapısını açtı ve kenarda duran toplardan birini aldı. Bugün dersi yoktu. Yani öğlen dörde kadar basketbol oynayıp Jackson'ın yanına gidebilirdi. Sorunsuz, stressiz ve eğlenceli bir gün olacaktı. Öte yandan hayat bugün Jackson için biraz daha stresli, sorunlu ve sıkıcıydı. Öğlen Mark'a ne söyleyeceğini bilmiyordu, stres. Kitabına bir türlü odaklanamıyordu, sıkıntı ve Yugyeom denen çocuk onu bir türlü rahat bırakmıyordu, sorun. Mark onu Yugyeom'la görürse öğlen onu görmek için bırakın çatıya, cenazesine bile gelmezdi. Geçen yıldan beri Mark'a, Yugyeom'un ne kadar aptal biri olduğunu anlatıp duruyordu. Mark onun bu ani nefretinin nereden geldiğini anlamamıştı ama sorgulamadı. Şimdi, daha yeni tartışmışken üstüne onunla olduğunu görürse...
Jackson yavaşça Yugyeom'a döndü ve işaret parmağını dudağının üstüne koyup ona sessiz olmasını söyledi. Yugyeom onu dinlemedi. Bir kez daha omzunu dürttü. "Jackson! Bir baksan ne olacak?" Jackson tekrar ona döndü. "E...vet?" Yugyeom heyecanla yerinde kıpırdandı. "Ahh Tanrım sonunda! Pekala bak bugün Jinyoung'un yanına gidemeyeceğim ve o yalnız olduğunda huysuz olur." Ahh bir bilsen diye düşündü Jackson. "Ne yapmalıyım?" Yugyeom düşünüyor gibi yaptı. "Seninle iletişime geçiyor mu ki?" "Yani şey geçmediğini gördün. Bari yüzüme vurma..." Yugyeom güldü. "Hayır demek istediğim şey oydu. Jinyoung biriyle konuşurken yanında olan başka insanları umursamaz. Ölseler...bile" Yugyeom gayet ciddi bir şekilde konuşuyordu. Son iki kelimeyi bastırarak söylemişti. Jackson, Yugyeom'un yüzüne birkaç saniye boş boş baktı. "İroni yapıyorsun değil mi dostum?" Yugyeom ciddi yüz ifadesini bozup ofladı. "Hiç mi korkutucu değildi?" Jackson elini eh anlamında salladı. "Bir penguen ne kadar korkunçsa...o kadar korkunçsun." "O kadar mı kötüydü? Sanki biraz abarttın." Jackson başını sağa sola sallayıp tek kaşını kaldırdı. "Cidden en iyisi bu mu?" "Gelecek sefere daha iyi olacağım." Jackson başını salladı. "Şey...şu yüz ifadeleri hakkında biraz daha çalışmalısın." Yugyeom başını salladı ve Jackson önüne döndü.
Az önce ne olmuştu ve ne hakkında tartışmışlardı bilmiyordu, anlamamıştı. Tek anladığı şey Yugyeom bugün yoktu ve Park Jinyoung huysuz olacaktı. Derin bir nefes aldı. Bunun üstesinden gelebilirdi. Zil çaldığında ayağa kalktı ve doğruca çatıya gitti. Aldığı ortuyu yere serdi. Üstüne tabakları ve içecekleri yerleştirdi. Saatine baktı. 15:50 Mark birazdan burada olurdu. Gelmemesine olanak vermiyordu. Saat 16:10 olunca olanak vermeye başladı. Tam her şeyi toplayıp gidecekti ki hızlı adım seslerini duydu. Sonra kapı hızla açıldı ve Mark kendini dışarı attı. Nefes nefeseydi. Ona bakıp elini kaldırdı ve kendini yere attı. "Ye...tiştim mi..?" Nefes alış verişleri arasında konuştu. Jackson gülümseyerek başını salladı. "Evet...evet yetiştin." Saatini on dakika geri alırken gülümsemesi büyüdü. "Tam zamanında."
~○~○~○~○~○~○~○~
Merhaba! Pazar akşamı bir bölüm daha atmayı düşünüyorum. Yetiştirmek için elimden geleni yapacağım. Okuduğunuz için teşekkürler! 💚
-Light

muteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin