Can't blame your old threapists

869 79 107
                                    

Meeeerhabaaaa! Başlamadan önce söyleyecek birkaç şeyim var. Okursanız çok memnun olurum!

İlk olarak yanlış hatırlamıyorsam iki veya üçüncü bölümde hikayenin gidişatını nasıl bulduğunuzu sormuştum. O soruyu tekrar soruyorum! İyi mi gidiyor? Sıkıcı ? Jinyoung ve Jackson çok mu uzak? Ya da çok mu yavaş yakınlaşıyorlar? Lütfen düşüncelerinizi belirtin!

Son olarak ne alaka diyebilirsiniz ama bir hikaye daha paylaşmayı düşünüyorum. Yine Jinson olacak. Texting türünde. Ne zaman paylaşırım bilmiyorum ama paylaştığım zaman buraya yazacağım! Haberiniz olsun!

İyi okumalar!

Kelime sayısı: 1229

~○~○~○~○~○~○~○~

Jackson korkuyla geri çekilecekken bir el saçlarını kavradı ve kafasını sabit tuttu. Jackson hiçbir şey yapamadan öylece duruyordu. Elleri titriyor, kalbi deli gibi atıyordu ama umursamadı. Titreyen elini Park Jinyoung'un yanağına koydu ve ona nasıl yapılacağını bilmese de karşılık verdi. Jinyoung kesinlikle onun tam tersiydi.

Park Jinyoung harika öpüşüyordu.

Jackson merdivenlerdeki topukluların sesiyle Jinyoung'u koltuğa itti ve ayağa kalktı. Kızarmış yanakları, dağınık saçları ve şişmiş dudakları her şeyi ele veriyordu. Eğer onu böyle görürlerse... Jackson başını sağa sola sallayıp banyoya hızla ilerledi. İçeri girip kapıyı kapadı. Kendine baktı. Ahh...kırmızı bir balona benziyordu. Evet. Tam olarak ona. Musluğu açtı ve soğuk suyu yüzüne çarptı. Rafta duran tarağı aldı ve saçlarını düzeltti. Giriş kapısının açıldığını, Bayan Park'ın mutlulukla Jinyoung'a seslendiğini duydu. "Lanet olsun..." Sessizce mırıldanıp kendini aynada kontrol etti. Sonrasında sifonu çekip tuvalet kapısını kapadı ve oturma odasındaki çekirdek aileye göz gezdirdi. Ya da öyle sandığı aileye. İçeriye sonradan gelen iki kız Jinyoung'a doğru koşup ona sıkıca sarıldılar.

Jackson onları izlerken Park Jinyoung şanslı herifin teki... diye düşündü. Ailesi onunla ilgilenebiliyor, ona zaman ayırabiliyor... "Bay Wang? Dalmış gibisiniz?" Bayan Park ona bakıp gülümserken konuştu. Jackson yavaşça ensesini kaşıyıp kafasını salladı. "Affedersiniz..." Bay Park gülümsedi. "Ahh hayır Jackson, sizi böyle çağırabilirim değil mi?" Jackson başını salladı. "Tabi ki..." "Pekala Jackson, yemeğe kalmak ister misin?" Jackson Evet! demek istedi. Tabi ki! O yakışıklı oğlunuzun yüzünü ne kadar uzun görsem o kadar iyi! Ama başını sağa sola salladı. "Annem...bekliyor gitmem gerek..." Herkes anlayışla kafasını salladı. "Ahh onu merak ettirmesen iyi olur! Zavallı anneler çocukları için deli olurlar! Ben bile Jinyoungie'yi yalnız bıraktığım her dakika endişeleniyorum!"

İki kız kardeş annelerine bir süre boş boş baktılar ve söylendiler. Babaları gülüp göz devirdi ve Jackson'a döndü. "Jackson bu günlüğüne seni şoförümüz bıraksın hm?" Jackson "Gerek yok..." Diye mırıldandı ama eve bırakılma fikri kulağa harika geliyordu. "Ahh Jinyoung ile o kadar vakit geçirdin. Zaten primi zar zor kabul etmişsin izin ver de bunu yapalım." Jackson yavaşça başını salladı ve okul çantasını kapı girişinden aldı. "Yarın geliyorsun değil mi?" "Evet efendim." Bayan Park gülümsedi. "Pekala Jackson. O zaman yarın görüşmek üzere."

~○~○~○~○~○~○~○~

Jackson ertesi sabah kalktığında kafasında hiçbir soru işareti, aklını çelen hiçbir düşünce yoktu. Dün akşam Park Jinyoung'a ilk öpücüğünü vermişti. Bunu herkese anlatmaya can atıyordu ama eve gittiğinde anne ve babası uyuyordu. Bu sorun değildi. Hiçbir şey sorun değildi. Jackson hala Mark'a anlatabilirdi. Mark'ın sevineceğine emindi.

muteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin