undecim

3.2K 212 70
                                    

/* Henüz Melez Prens kitabını okuyamamış oluşumdan dolayı Dumbledore'un ölümü ve Hogwarts'ın o an ki durumunu bilmiyorum bu yüzden kendime göre bir kaç şey saçmaladım. Hermione'nin duygularını ne kadar iyi tanımlayabildiğimden de emin olmasam da elimden geleni yapıp size bu bölümü sunuyorum. Satır arası yorumlarınız ve görüşleriniz benim için gerçekten önemli.
İyi okumalar /

Haziran,2016.

Tiz bir çığlık ve ardından çoğalan gürültü kulaklarımı sağır edecek derece artarken ödevimi yapmak için geldiğim çalışma salonunda rahatsızca kıpırdandım. Karşımda oturan Justin bana neler olduğunu sorarcasına baktığında omuz silktim. Çığlık sesleri artmaya başlarken odada bulunanların çoğunun merakla ayaklandığını gördüm. Bu içimdeki merakı dışa vurarak önümdeki kitaplarımı kapatıp ayağa kalkmama sebep olduğunda Justin de benimle bir ayağa kalktı. Hızlı adımlarla kapıya yöneldiğimizde Hogwarts'ın ışıkları sönmüş  ve içeriyi soğuk bir hava dalgası esir almıştı. Korkuyla etrafıma bakındım ve koridorda koşan öğrencilerin peşinden sürüklenmeye başladım. Bir süre sonra ayaklarım onlara ayak uydurmuş ve koşmaya başlamıştı. Ay ışığının vurduğu arka bahçeye ulaştığımızda büyük bir topluluk orada olduğu yerde durmuş,çoğu kişi hıçkırıyor,çoğu kişi ise neler olduğunu görebilmek için parmak uçlarında yükselmeye çalışıyordu. Ağlayışlar ve içli hıçkırışlar devam ederken neler olduğunu anlayabilmem sadece etrafta Draco'yu göremeyinceye kadar sürmüştü.  Kalbim sanki ağzıma ulaşacak gibi hızlandığında önümde duran insanları umursamadan koşmaya başladım. Hepsini itiyor ve Harry'e ulaşmaya çalışıyordum. "Harry!" diye seslendim onu yere eğilmiş Ginny'e sarılı bir şekilde ağlarken gördüğümde. Koşmaya devam edeceğim sırada bir kol beni karnımdan yakalayıp durdurmuş ve kendine çekmişti

Onun Ron olduğunu diş macununun  kokusundan tanımıştım. Kollarım bu tanıdık bedeni hemen sarmaladı. Dolan gözlerime engel olmadan yaşların yanağımdan süzülmesine izin verirken yerde hareketsiz ve solgun bir halde uzanan Dumbledore'a baktım. Göğsü inip kalkmıyor, gür ve parlak sakalı tamamen cansız görünüyordu. Draco,bunu yapmıştı. Üstüne düşen görev yerine getirilmiş ve ödüllendirilmek için bekliyordu.Uzaklarda bir yerden tüyleri diken diken eden bir kahkaha ve ardından da şu büyülü-belki de lanetli demeliyim- söz duyuldu; Morsmordre. Alacalı gökyüzüne karanlık işaret ulaştı ve Haziran ayı tüm ılıklığını kaybetti. Ginny,Harry'i yerden kaldırdığında,McGonnagall cüppesinin cebinden çıkardığı asasını göğe doğrultup fısıldadı,"Lumos!" McGonnagall'a ilk eşlik eden Neville olmuştu. Herkes teker teker asasını göğe doğrulturken Harry ayakta durmak için fazlasıyla çaba sarf ediyor gibi görünüyordu. Asamı indirip boştaki elimle Harry'nin,diğer elimle ise Ron'un elini tuttum. Bu Harry'nin dördüncü kaybıydı. Önce anne babasını,ardından Sirius'u ve şimdi de her şeyden çok güvendiği adam olan Dumbledore'u. 

Dumbledore'un cesedi usulca havalanırken Profesör Flitwick öğrencileri içeri sokuyordu.  Ellerimi yavaşça Ron ve Harry'nin ellerinden ayırıp Ginny'nin yanına gittim. "Onu bulmalıyım," dedim kulağına doğru. Harry kızarmış gözleri ile bana bakarken bir şey söylemek istercesine dudaklarını araladı fakat konuşacak gücü bulamamış olmalıydı ki tekrar birbirine bastırdı ve sadece başını sallamakla yetindi. 

Nisan ayında Draco ile beni Karagöl'de otururken görmüştü. Bu aramızdaki bağın az da olsa sarsılmasına sebep olmuştu fakat artık kabul ediyordu. "Dikkatli ol,"diye mırıldandı tam gitmek için arkamı döndüğüm sırada Ginny. Başımı sallayarak olabildiğince hızlı adımlarla içeri girdim. Onu nerede bulabileceğimi bilmiyordum fakat bacaklarım doğrudan zindanlara inen merdivenlere yönelmişti. Koridorlardaki tüm gaz lambaları patlamıştı ve önümü görmem çok zordu fakat asamı çıkaracak kadar vaktim olmadığını hissediyordum. Duvara tutunarak merdivenlerden inerken arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum. "Granger," hiç duymadığım bir ses tarafından kulağıma ilişen sesle irkildim. Nabzım hızlandı ve elim asamı kavradı. Sesin geldiği yöne dönüp asağımı ileri doğrulttum. Tehlikede olduğum hissi tüm kanıma işlerken adeta bildiğim tüm büyüleri unutmuş gibiydim. Asamdan çıkan ışık yüzünde işlemeli gümüş bir maske takan adamın-sesinden anladığım kadarıyla bir adamdı- maskesini aydınlattığında bir basamak indim. "Korkmana gerek yok," dedi bana bir basamak daha yaklaşırken. "Ufak bir geziye çıkacağız..." Yüzündeki maskeyi yukarı doğru kaldırıp hiç içten olmayan bir şekilde bana gülümsedikten hemen sonra gözleri arkamdaki bir noktaya kaydı ve gülümsemesi çoğaldı. Oldukça kirli bir sakala sahipti ve büyük bir burnu vardı."Gidelim mi...Draco?" diye sordu. Aslında bu bir sorudan çok adeta emir gibiydi. Onun ismini duymamla arkamı dönmek için bir harekette bulunmuştum fakat başıma aldığım sert bir darbe asamın elimden düşmesine ve bacaklarımın bağının kopmasına sebep olurken yere düşmeden önce onun soğuk eline dokundum. Başımın sol tarafından göz kapağıma akan sıcak kanı ve irademin azalışını hissedebiliyordum. Bilincim tamamen kapanmadan hemen birkaç saniye önce onun kolları tarafından havalandığımı hissedebilmiştim. Ve o anda  hissettiğim son şey de buydu. Zaten karanlık olan merdivenler daha da karardı. Gözlerimi bir uykuya kendimi bırakırcasına kapattım.

amortentia, dramioneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin