Stephen Strange Hong Kong Tapınağı'nın salonunda kafasını elleri arasına almış, düşünceli bir şekilde yerde oturuyordu. Gözlerinin önünde kaçırılan kadının kendisine seslenişi defalarca kulağında çınlarken sonsuz bir vicdan azabı çekiyordu. Geç kalmıştı, onu kurtaramamıştı. Tanışalı daha iki-üç gün olmasına rağmen hayatını renklendirilen kadının ellerinden alınmasını durduramamıştı. Sıkıntı dolu bir nefes verip yüzünü elleri arasına sakladı. Bu sırada içeriye Wong giriş yapmıştı. Bu adam da daha yeni tanıştığı kadın için çok uğraşmış, edinebildiği kadar bilgi edinmişti. Tek dostunun halini gördüğünde içi sızlamıştı. Kötü hissettiğini biliyordu, bu bariz belliydi. Bahçede bulduğu koparılmış gülü yerden almış, yanında getirmişti. Gülün kime ait olduğunu biliyordu. Stephen kendisine uzatılan güle bakıp somurtmaya devam etti.
"Bununla ne yapmalıyım Wong?"
Wong gözlerini devirdi. Gülün sıradan bir gül olduğunu mu sanıyordu? Böyle bir durumda Wong'un kendisine gül verdiğini düşünüyor olamazdı, değil mi?
"Kızı kurtar Strange."
Doktor Strange mavi gözlerini onun yüzünde gezdirdi. Ciddi ifadesinden bir gram eksilmemişti.
"Bu o gül... Liz'in saçındaki... nereden buldun onu?"
Gülü dünyanın en hassas, kırılgan ve değerli şeyiymiş gibi Wong'un elinden aldı.
"Bahçede. Mordo'yu takip edemeyiz ama Liz'i takip edebiliriz. Değer verdiği bir şeyle."
"İyi de hiçbir şeyi yok ki burada!"
"O yüzden gülü getirdim ya."
Strange ne demek istediğini anladığında umut dolu bir gülümseme yüzünü kapladı.
"Burada değer verdiği tek şey bu güldü. Onu sevmişti! Duygusal bağ... Tanrım! Zekisin Wong."
Wong zaten bunu duymaya alışkınmış gibi omuz silkti.
"O zaman Liz'i bulalım, hadi."
****
"Makyaj temizleme suyu önermemi ister misin? Çünkü buna ihtiyacın varmış gibi görünüyor."
Alay dolu konuşmalar yaparak ve şakaya vurarak durumun gerginliğini, korkuyu üzerinden atmaya çalışıyordu. Bu bilinen bir taktikti. Korkunuzu saklamak için işi şakaya vurmak. Kendisini kaçıran adam korkutucu yüzünü tekrar kendisine çevirdiğinde Liz ona bakmaya tahammül edemediğini fark etti.
"Seni kaçırdım, belli ki korkunç da bir adamım. Neden çeneni kapatıp uslu uslu oturmuyorsun?"
"Ne? Sadece öneride bulunuyordum. Berbat görünüyorsun... ah şu kalitesiz rimeller."
"Bayan Winston... sinirlerimi bozmaya başladınız ve böyle devam ederseniz hiç iyi olmayacak."
Doğru söylediğini biliyordu. Eğer biraz daha ileri giderse o karanlık tarafın yarattığı canavar ortaya çıkacaktı. Liz bunu biliyordu, korkuyordu ama asla durmayacaktı.
"Beni kaçırmakla aptallık ettin. Eline hiçbir şey geçmeyecek."
Mordo sinsi bir şekilde sırıtarak elini kolunu bağladığı, tutsağı olan kadına yaklaştı.
"Bayan Winston, elime çok şey geçecek."
"Bak dostum, Stephen için hiçbir şey ifade etmiyorum. Yani beni kurtarmaya falan gelmeyecek. Sen de beni kullanarak canını falan yakamayacaksın. Ben o 'Sevgilisinin canını yakmak veya intikam almak için kaçırılan kız' değilim. Ben sadece iş için tanıştığı bir kadınım, gelip seninle uğraşmayacak. Yani... vakit kaybediyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vertigo(Doctor Strange)
Fanfiction(Hikaye Türkçe'dir.) "Doctor Stretch?" "It's Strange." - "Hey Stretch!" "It's Strange, okay? Strange!" - "I love you Stretch." "I love you too but please... It's fucking Strange!" Kapak için @4everavengers'a teşekkürler ❤