🥊Kum Torbası🥊

138 4 0
                                    

Kolumla gözlerime doğru akan terimi hemen silip yumruklarımı seri bir şekilde kum torbasına indirmeye devam ettim. İçerde zar zor nefes alıyordum. Zaten nasıl alacaktım ki? Bir ordu erkekle aynı salonda antreman yapmak karınca yuvasına oturmaktan daha beterdi. Tamam bende bir erkek ve antrenör olabilirdim fakat bu ter olayı pek de zevk alabileceğim şey değildi. Zaten kim zevk alırdı ki? Koca salonu saran leş gibi ter kokusu içinde resmen her saat boğularak ölme riski taşıyordum. Zavallı havalandırma sistemi dâhi buna çare olmakta yetersiz kalıyordu ki bozulmuştu ve tamir için bir haftadır parça bekliyorduk. Üstelik yaz mevsiminde bile değildik. Yumruklarım kum torbasına peş peşe inerken "Yumruk kafaaaa!!!" diye ufaklık seslenerek antreman transımın içinden pat diye çıkardı. Kum torbasından uzaklaşıp "Ne oldu ufaklık?" diyerek hemen ona döndüm. Başında her zamanki gibi ona hediye ettiğim mor kuru kafalı bandanası vardı. Yanıma geldiğinde "Uzun zamandır seninle maç yapmıyoruz yumruk kafam. Bugün yapalım mı ne dersin?" deyip sırıtarak göz kırptı. Başımı iki yana sallayıp "Yenilen pehlivan olarak güreşe doymuyorsan yapalım ufaklık" diye sinsi sinsi sırıtarak karşılık verdim. Dil çıkarıp "Hadi ordan bir tek geçen maç yendin diye beni bu maç da yeneceğini mi sanıyorsun? Avucunu yalarsın yumruk kafa! Ringde seni bir güzel yere sereyim de gör gününü!" dedikten sonra meydan okuyarak ringin olduğu tarafa emin adımlarla yürümeye başladı. Omuz silkerek ve sırıtmaya devam ederek bende arkasından takip ettim. Kafasına bir şeyi koydu mu onu yapmadan hayatta rahat vermezdi ufaklık o yüzden karşı çıkmanın lüzumu da yoktu. Hem entremanıma kum torbası yerine ufaklık ile devam edecektim. Yâni  benim için hiç sorun teşkil etmiyordu. Ringe ikimiz de çıktığımızda ortada yumruklarımızı tokuştururken "Güçlü olan kazansın yumruk kafam!!!" deyince kendinden emin bir ses tonuyla bana kafa tutunca "Eh demek ki ben kazanacağım ufaklık!" diyerek onu biraz daha kışkırtan ses tonumu kullandım. Böyle yapmak aşırı hoşuma gidiyordu. Gözlüklerinin ardından kızgın bakışlarını gönderip derin bir nefes aldı. "Seni yeneceğim yumruk kafa!!!!" diye çemkirdi ve yerine geçti. Bende yerimi aldığımda ikimiz de kapışmaya hazırdık. Bize iki kızgın boğa demek daha doğrusuydu.
Her zaman ki gibi elimle başlama  işaretimi verdiğimde ikimizin yumrukları ortada buluşup hızlıca konuşmaya başladılar. Ufaklığa öğrettiğim her hareketi hiç ıskalamadan ve harfiyen yapıyordu. En iyi öğrencilerimdendi. Ve beni her daim zorlayan tek kızdı. Bir yeri kırılacak olma riskini bir kenara  bırakın çoğu kız tırnağı dâhi kırıldığında hüngür hüngür ağlardı. Ufaklık ise tam tersi tırnağı kırılsa hemen keser bir yeri acısa krem sürer ve sarıp bir şey olmamış gibi hayatına devam ederdi. Ama artık böyle kızlar kalmamıştı. Anlayacağınız bizim ufaklık türünün son örneğiydi. Eniştem de bu konuda çok şanslıydı. Yumruklarımız seri seri çakışırken ikimizin de güçleri resmen denkti. Ona karşı asla ama asla tölarans da göstermiyordum. Zaten hiç bir kıza göstermezdim ki. Kızların hanım hanımcık hallerinin arkasındaki güçlerinin farkına varmaları gerekiyordu. Kendilerini savunmayı öğrenmeleri için de tölarans göstermemek ilk basamaktı. Etrafımdaki kızların çoğu ilk basamağa çıkmadan düşüyorlar ve onlara el uzatman da kalkmıyorlardı. Bu da beni fena hâlde delirtiyordu. Erkekleri kurtarıcı gibi görmemeleri gerekiyordu. İkimiz de kan ter içinde ilk rauntumuzu bitirdiğimizde "Bugün tam forumundasın ufaklık. Sana eniştem ile Selanik tatili yaramış ki hafta bitti sen bitmedin" deyip ellerimi dizlerimden çekerek doğruldum ve ringin yanındaki kovadan küçük su şişelerinden birini alıp kafama diktim. İki elini de beline koyup "Ben her zaman formumdayım bir kere yumruk kafa! Selaniklim ile geçirdiğim güzel tatilimin bununla ilgisi neden olsun ki?!" diye kızgın ses tonuyla çemkirince "O zaman bunu bir ara enişteme söylemeyelim ufaklık. Bilmeye hakkı var değil mi?" dediğimde sırıtık bir şekilde ona baktım ve o anda bacağımın arkasına okkalı bir tekme yedim. İçimden bildiğim tüm küfürleri saydırırken "Hiç şakadan anlamıyorsun ufaklık!" deyip bacağımın arkasını ovdum. Omuz silkip "Ne yapayım sende hakkettin yumruk kafa! Hele bir söyle bak o zaman neler yapıyorum" dedi kızgın bir şekilde parmak sallayarak. Başımı olumsuz anlamda sallamama neden oldu. Sanki uzun zaman önceki öcünü almış veya yeni katil olmuş biri gibi arkasını dönüp ringten inerek olay yerini terk etti. Ufaklık kız olarak doğmuş olabilirdi fakat içine bir erkek kaçmıştı. Eh benim için sorun yoktu. Asıl sorunun sahibi tâbi ki eniştemdi. Ufaklık bende alamadığı hızını yine kum torbasına doğru yöneltince "Elini çabuk tut ufaklık duşa giriyorum. Eve tabanvay gitmeyi düşünmüyorsan ben çıkmadan hazır ol!" deyip bu sefer ben parmağımı ona yönelterek uyardığımda öldürücü bakışlar gönderdi. Ellerini yine beline koyarak "Aman ne korktum bir bilsen! Burda tehdit edecek birisi varsa o da benim yumruk kafa!!! Anladın mı beni?!!!" diye kızgın ses tonuyla çemkirdi. Derin bir nefes alıp "Ben anlamam ufaklık on dakikaya hazır ol!" dedikten sonra onun homurdanmalarına aldırmadan duşların olduğu bölgeye ilerlemeye başladım. Dışarda yağmur yağdığı için emrime mecbur uyacaktı. Tâbi bu yağmurda hasta olma riskini göze almazsa. Ama alacağını da pek sanmıyordum. Çünkü eniştem ile geçirecekleri haftasonunu maffetmeyi hiç ama hiç istemezdi. Antrenörler için özel duşların olduğu bölgeye girdiğimde önce dolabıma yöneldim. Kilidine şifremi girerek dolabımı açıp içinden havlu ve şampuanlarımı aldım ve hemen üzerimdekilerden kurutulup hızlıca karşısındaki duşa girdim. Havlumu kancaya astım ve çeşmeyi açtım. Üzerimden tüm günün aşırı yorgunluğunu atıp gergin kaslarımın ılık suyun gevşemesine izin verdim. Çoğunlukla soğuk suyla yıkanırdım. Fakat bugün kendimi aşırı derecede gergin ve yorgun hissediyordum. Böyle zamanlarda ılık su seçeneği cennetten bir parçaydı benim için. Şampuanla saçlarımı kendine getirdikten sonra iyice durulandım. Çeşmeyi kapayıp, havlumu alarak belime doladım. Ve duştan çıktım. Dolabımın önüne gelerek temiz kıyafetlerimi dolaptaki çantamdan çıkarıp giymeye başladım. Kirli ve ıslakları da çantama tıkıp dolabımda önemli bir eşyamı bırakıp bırakmadığımı kontrol ettikten sonra dolabımı kapatıp, kilitledim. Ve duş bölgesinden çıktım. Omuzuma attığım çantamla salona geçip etrafı kolaçan ederken "Demir Yumruk!" diye Onur sırıtarak yanıma geldi. Tek kaşımı kaldırıp derin bir nefes alarak "Efendim Onur ?" dediğimde bu sefer acaba ne yumurtlayacağını merakla beklemeye başladım. Omuzuma bir tane yapıştırıp "Nereye gidiyorsun Demir Yumruk? Planın yoksa bu akşam seni yeni açılan bara götüreceğim. Acayip çıtırlar olur şimdi orada sabaha kadar bol bol eğleniriz. Ne dersin?" deyince sinsi sinsi sırıtıyordu ve olduğu yerde tuhaf bir şekilde de dans ediyordu. Başımı olumsuz anlamda sallayıp "Bu akşam beni es geç. Kendine başka bir kurban bul Onur. Çok ama çok yorgunum" dedim yorgun bir şekilde esneyerek de bunu onayladım. Kaşlarını oynatıp "Daha iyi işte tüm yorgunluğunu atarsın Demir Yumruk" dediğinde beni kız ayartma operasyonuna dâhil etmek için sinsi bir biçimde çalışmalarına devam ediyordu. Erkek de olsam Onur'un bu hâllerini sevemiyordum. Onunla bara gitmek resmen cehennemin kapısından içeriye girmek gibiydi. Ben bir kızla kafede ya da yemekte buluşmayı daha çok tercih eden biriydim. Bir kızı ancak öyle iyi tanıyordum. Gönül eğlendirmeyi her erkek gibi tâbi ki de seviyordum ama daha çok kendi yöntemlerimle bunu yapıyordum. Fakat hiç can yakmamaya da dikkat ediyordum. "Sağol Onur ama gidip yatsam iyi olur" deyip omuzuna elimle vurdum ve salonun çıkışına doğru yöneldim. "Ama çok şey kaçırıyorsun Demirhan!!!" diye arkamdan söylensede hiç umrumda değildi. Şuan tek düşündüğüm rahat kanepemde uzanıp parayla üye olduğum spor kanallarını doyasıya  izlemek ve kocaman bir ekmek arasını mideme indirmekti. Salondan dışarı çıktığımda Ufaklık üzerinde mavi renkli erkek kapşonlusu ona uyumlu eşofmanı ve sırtındaki siyah çantasıyla beni bekliyordu. Tek kaşını kaldırıp "Bu kadar banyoda kalıp da ağda yapacağını bilseydim salonda biraz daha antremam yapardım Yumruk Kafam" deyince sinsi bir ses tonuyla "Ufaklık!!!" diyerek sinirle uyardım. Umursamazca omuz silkip yürümeye başlayınca "Ne var ya Yumruk Kafa? Bugün hiç havanda  değilsin" dedi başını yan yatırıp bana baktı. Başımı iki parmağımla ovarken "Yorgunum ufaklık. Bulaşma bana bugün!" dediğimde sesimin daha sakin çıkmasına dikkat ettim. Sonuçta yorgun olmam onun suçu değildi. Ama çoğu kez çok fazla konuşuyordu ve yıldırıyordu."Demirhannn!" diye bir ciyaklama ile kulak zarım yırtılma tehlikesi geçirdiğinde kim olduğunu bilerek başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Tam da benim tahmin ettiğim kişiydi. Yapışkan, ciyak, sulu Betül'dü. Aşırı rütbeli belalımdı."Betül ne bağırıyorsun itfaiye sireni gibi?!!" deyip ufaklık benden önce atılınca sessizce ister istemez güldüm. Çünkü  bu lakap cuk diye oturmuştu. Ters ters ufaklığa bakıp "Seni ilgilendirmez gözlüklü! Ben Demirhan ile konuşacağım!!!" dediğinde küçümser bir şekilde "Betül haddini aşan konuşmalara giriyorsun! Gel kozlarımızı ringte paylaşalım ne dersin? Yoksa yoga minderiyle seni rulo yapıp evine paket servisle eve mi göndermeliyim?" dedi ateş püsküren gözleriyle birazdan közde patatese çevireceği Betül'e bakarken. Bende kollarımı önümde bağlayıp "Betül ne diyeceksen de yoksa seni salona ufaklık ile sabaha kadar kitlerim. Bu arada lakabı ufaklık ama içerdekiler ona dişi terminatör diyorlar. Sonra uyarmadı deme!" dedim kendimden bir şekilde ve bıkkınlıkla da cevabını beklemeye başladım. Sapsarı ama dipleri ben esmerim diye bağıran  saçını parmağına dolayıp masum kız rolüne geçerek "Aşk olsun Demirhan. Ne yaptım ben sana ki? Altı üstü yeni güzel bir bar açıldı. Bende, seni oraya davet edecektim. Üstelik herkes orda. Acayip popüler bir mekan..." diye mekanı övüp övüp bitiremezken ben gerisini hiç dinlemedim. "Betül çok yorgunum ve o tip mekanlara harcayacak zamanım da yok. Sana iyi akşamlar ve eğlenceler" deyip bir kerede kestirip atıp tekrar yürümeye devam ettim. Ufaklık da -ki arkamı dönmesem de ona dil çıkardığını biliyordum- soluğu hemen benim yanımda aldı. Dışarı çıkarken kapşonumu başıma geçirdim ve otoparka doğru koşmaya başladım. Ufaklık da tam arkamdaydı. Arabanın kilidini açıp kendimi içine arttığımda "Bu ne be ya böyle? Sanki Meriç nehrinin suyu üstümüze boşalıyor" diyerek ufaklık da kendini yan koltuğa atınca hafiften titrediğini hissettim. Asla üşüdüğünü söylemezdi. Çünkü aşırı dercede inatçıydı. Klimanın sıcak olmasa da ılık tarafını açıp içeriye biraz olsun ılık havanın dolmasına izin verdim. O da her zamanı gibi cebinden çıkardığı gözlük temizleme mendiliyle ıslak gözlük camlarını silip tekrar taktı. Yola çıktığımızdan beri ikimizin de hiç çıtı çıkmıyordu. Benim için bu tamamen bir mucize gibi bir şeydi. Çünkü şuan başımın içinde sanki öküz başlı antiloplar koşturuyordu. Bir süre sonra teyzemin apartmanının önüne geldiğimizde "Ben anneanneme gideceğim. O yüzden sizin apartmana sür sebastian" dediğinde sinsi sinsi  sırıtarak. Kaşlarımı çatarak "Az ye de şoför tut kendine ufaklık!" deyip alaycı bir ses tonumla karşılık verdim. "Offf sakız gibi uzatma konuyu Yumruk Kafam sanki aynı yere gitmiyoruz! Bak geç kalıyorum.  Anneanneme sonra açıklamayı sen yaparsın!" diye tehdit edince "Dua et sonuçta anneanneme dert anlatmak var. Yoksa pes etmem!" dedim bir bakış atıp bizim apartmanımıza doğru sürmeye başladım. Yağmur da bu süre zarfında hızını azaltmıştı. Neyse ki azaltmıştı yoksa Meriç nehrinin taşarak bizi alıp götürme ihtimali dahi vardı. Su içinde kalmayan bir park yeri bulup da Yıldırım'ı park ettiğimde şükür ettim. Evet her erkek gibi bende arabama havalı bir isim koymuştum. Çantamı alarak Yıldırım'dan hemen inip ufaklığın da inmesini bekledim. O da inince arabamın alarmını elimdeki uzaktan kumandam ile kurup apartmanıma hızla doğru yürüdüm. Ufaklık önde ben arkada apartmana girip yukarı çıkmaya başladık. Anneannemin katına geldiğimizde "Hadi sana anneannem ile iyi didişmeler ufaklık" dedim sinsi bir biçimde sırıtarak. Bana dil çıkarıp "Sen kendine bak Yumruk Kafa!!! Ben hiç olmazsa işe yarıyorum. Senin gibi kış uykusuna yatmıyorum erkenden!" dedikten hemen sonra cebinden anahtarlarını çıkarıp kapının kilidini açmaya girişti. Bende ona kızgın bir bakış atıp daha fazla uzatmadan homurdanarak merdivenleri çıkmaya devam ettim. Çünkü dediğim gibi çok ama çok yorgundum. Bir yere kaçmıyordu ya daha sonra ufaklık ile nasıl olsa bir şekilde uğraşırdım. Son enerjimi merdivenleri çıkmaya sarf ettikten sonra kapşonlumun cebinden anahtarımı çıkarıp, kapımı açtım ve içeriye adım attım. Kapıyı arkamdan yavaşça kapatıp çantamı portmantoya koyacakken "Demirhan oğluşum sen mi geldin?" diye annem seslenince "Hayır anne. Ben daha yoldayım gelen Emirhan oğluşun!" diyerek alaylı bir şekilde cevapladım ve gözlerimi devirdim. Bu saatte benim geleceğimi bildiği hâlde aynı soruyu annem her gün hiç aksatmadan  sormadan duramıyordu. Hayatım hiç bitmeyen bir dejavuydu âdeta. "Demirhan!!! Sakın oraya koyma o pis kokulu çantanı derhal banyoya götür ve makineye boşalt hepsini!" diyerek bir çığlık koparıp yanımda aniden belirince ödüm koptu. "Anne ne bağırıyorsun?! Gören görmeyen de elimde saat ayarlı bomba var sanır" deyip gözlerimi tekrar devirdim. Kaşlarını çatıp "Saat ayarlı bombadan daha beter senin o kirli çamaşırların!" dedi söylenmeye devam ederek. Ayakkabılarımı çıkarmak için çantayı anneme uzattıp "Anne çantamı tut da ayakkabılarımı çıkarayım bari" dediğimde "Sana kaç defa söyleceğim eve ayakkabı ile girme diye Demirhan! Sen de baban da hiç dinlemeyin beni zaten! Tüm gün evde saçımı başımı süpürge ediyorum. O da yetmiyor ikizleri de büyütüyorum ama kimse kıymet bilmiyor ki!" diyerek klasik titiz anne söylemelerine devam etmeye başladı. Derin bir nefes alıp ayakkabılarımı elimdeki koca spor çantamı bir yere koymadan çıkarmaya çalıştım. Sonuç başarıya ulaşınca banyoya doğru harekete geçtim. "Çamaşırları kurmadan duşa da girme sakın Demirhan!" diye tekrar annem yeni emrini verince "Anne ben duş aldım zaten spor salonunda." dediğimde banyoya girip çamaşırları makineye gelişi güzel tıkmaya başladım. Annem soluğu arkamda alıp "O mikrop yatağında aldığın duştan mı bahsediyorsun? Kim bilir ne çeşit mikroplar vardır orda ıyyy! Gir duş al hemen Demirhan! Ben istemiyorum o mikropları evimde çıkınca da çamaşır suyu dök duş teknesine beklesin biraz" dedi yüzünü şekilden şekile sokarak. Annem tam bir titizlik, temizlik hastasıydı. Mikroplara savaş açan annelerin ele başıydı. Tozların evin içine girişini yasaklayan ve girenleri de girdiğine bin bir kere pişman eden "Toz Avcısı Ayfer" olarak tanımlayabilirdi. O yüzden hiç tartışmaya gerek yoktu.Çamaşırlarım ile işimi bitirdiğimde "Tamam anne tamam..." dedim bıkkın bir şekilde üzerimdekileri çıkarıp söylene söylene kendimi dakikalar sonra tekrar duşun altına attım. En azından suyun stres atıcı özelliği vardı değil mi? Bunun ne kadarı doğruydu? Anne söylemelerini de üstümüzden suyla atabiliyor muyduk acaba? Hep soru işaretleri eşliğinde yorgunluk üstüne bir kere daha duşumu beş dakika içerisinde aldım ve çıktım. Belime Ayşe teyzenin çamaşır suyuyla yıkanmış karbeyaz havlumu sarıp ayaklarımı sürüyerek odama geçtim. Neyse ki annem ortalarda yoktu. Çünkü bu hâlime de bir kulp bulacağı kesindi. Dolabımdan siyah baksırımı, siyah eşofmanımı ve yıkamaktan eskimiş ama hâlâ atmaya kıyamadığım üzerinde kırmızı kick boks eldiveni resmi olan siyah tişörtümü alıp çabucak giydim. Artık annemin tüm titizlik isteklerini yerine getirdiğim için rahatlıkla odamdan oturma odasına geçtim. Odanın bomboş olduğunu gördüğümde içim daha da rahatlamıştı. Kanepeye geçip kumandayı da aldıktan sonra keyfime diyecek yoktu. Ayaklarımı da uzatıp, uzun zamandır parasını ödediğim ve izlemeye bir türlü fırsat bulamadığım spor kanallarından birini açtım. Ve açmamla beraber harika bir basketbol maçıyla karşılaştım. Bu keyfimi daha yerini getirdi. Keşke uzanmadan önce bir kase cips ya da ekmek arası bir şeyler alsaydım diye kendi kendime içimden söylenirken "Hadi be oğlum öyle smaç mı olur?" diyerek de diğer yandan maça sesli olarak da söylenmeyi ihmal etmedim. Tam keyfim yerindeyken "Demirhan çabuk kalk da as şu perdeyi. Üstelik yanılma öyle kanepeye daha yeni temizledim!" diye annem elinde perdeyle tepeme dikildi. Kafamı kaldırıp "Anne ya yorgunluktan resmen ölüyorum, sen bana perde as diyorsun!" diyerek sitem ettiğimde "Ben taştan yaratıldım zaten oğlum değil mi? Bende yorgunum ama bir ton iş var bu evde! Kalk da yardım et biraz!" dedi kızgın bir ses tonuyla beni azarlayıp yorgun günümün üzerine pul biber ekerek. "Tembel Yumruk Kafa teyzemi bekletmesene! Kalk as şu perdeyi!" deyip ufaklık da aniden odanın içinde bitti. Zaten bir o eksikti. Tam da yeni kurtulmuştum. Hayatım resmen kadınlar ordusu tarafından ele geçirilmişti. Her kapıdan bir kadın çıkıyordu. "Senin burada işin ne ufaklık?" diye konuyu değiştirdiğimde "Neden olacak tâbi ki anneannem yüzünden! Teyze rondoyu alacaktım da işin var mıydı?" deyince iç çekerek. Tek kaşını kaldırıp "Aynısından anneme geçen gün almıştık. Benimkini niye niye istiyor?" diye annem meraklı bir şekilde sordu. "Gel onu anneanneme anlat teyze. Ona aldığınız seninki gibi çok güzel çekmiyormuş. İllahiki seninkini istiyormuş" dediğinde sıkıntıyla "Ah annem ya! Al kızım sen götür şimdi hepimize tonla fırça çeker yoksa o da yetmez tefe koyar" dedi başını iki yana sallayarak. Bende maçımı seyretmeye tam devam edecekken "Demirhan kalksana hâlâ ne yatıyorsun?!" diye ikisi birden yüksek bir sesle aniden bağırdılar. Yerimden zıplayıp "Ya ne bağırıyorsunuz kulağımın dibinde?" dedim haklı bir şekilde sinirlenerek. "Kalk o zaman sende oğlum! Bak perdenin ütüsü bozulacak!" dedi sabırsız bir şekilde perdeyi burnuma sokarak. İçimden ya sabır çekerek sıcacık ve yumuşacık kanepemden istemeye istemeye kalktığımda "Neden bu evde bana hiç rahat yok!!!" deyip hışımla perdeyi annemin elinden aldım. "Yavaş oğlum çok zor ütüledim zaten! Hem neden rahat yokmuş sana ekmek, yemek de su da annenin elinden. Daha ne olsun eşek sıpası? İyi ki bir perde as dedik!" diye annem söylenince perdenin yanında ekstradan benim de kafamı da ütülediklerini hiç fark etmemişlerdi. Kaşlarımı çatıp "Daha ne olsun ki etrafım emir veren kadınlar ile dolu! Resmen burda soyu tükenen taraftayım!" dediğimde "Tâbi canım... Peki Eniştem, Emirhan, dayım, Yağız ve Selaniklim ne oluyorlar?" deyince sırıtan bir ses tonuyla sordu. "Eniştemi daha tam aileye karışmadı ki karışsa o da bıkar. Yağız zaten ufak , dayım bir var bir yok, abim de kendi evinde babam ile ben kalıyoruz geriye. Eh babam tüm evde yok bana sarıyorsunuz topluca. Buna itirazınız var mı hakime hanım?" dedim kendimden emin bir şekilde ve oflaya puflaya pencerenin yanındaki boyacı tipi merdivene gidip aheste aheste tırmanmaya başladım. Annem hâlâ perdenin ütüsü derdindeydi. Ben ise günümün kalanın tamamen maf olması derdindeydim. Sonra bana kendi yuvanı kur diye anneannem başımın etini yiyordu. Bu durumu görüp de yuva kurar mıydım? Kesinlikle hayır! Evimin taksidi bitsin de kendi evime çıkayım diye dört gözle bekliyordum. O yüzden nerdeyse 7/24 çalışıyordum. Neyse ki az kalmıştı. Perdeyi asarken âdeta kendi evimin hayalinde yüzüyordum. Hayat böyleydi işte. Hayatlar perde asmak hayaller ise kendi evinde uzanmaktı. "Demirhan düğme atlamışsın!!!" diye uyarınca annem bana hayali bile çok görmüş oldu."Kahretsin!!!" diyerek söylenip tekrar perdeyi çıkarmaya başladığımda "Akılsız başın hatasını Yumruk Kafa'nın elleri çeker" dediğinde sinsi sinsi sırıtan bir ses tonuyla anca aşağıdan benimle dalga geçmekle meşguldü. Kızgın bir bakış atıp "Sus ufaklık! Zaten sinirim tepemde!!!" diye bağırdığımda hatamdan dolayı kendime de içimden avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Ufaklık homurdanırken "Sana bu Yumruk Kafa ile kolay gelsin teyze. Ben rondoyu götüreyim." deyip mutfağa yönelince "Sağol kızım. Sana da kolay gelsin" diye iyi dileklerini ufaklığa, söylenmesini de bana ayırarak karşılık verdi. Ben de o sırada perdeyi söylene söylene tekrar kornişe taktım. Merdivenden tam indiğimde "Şimdi yatak odasının perdesini de ütüleyeceğim oğlum. Merdiveni oraya götürsene" deyince bana evde rahat olmadığını o anda anladım. "Anne ben çıkıyorum. Arkadaşlarla bulaşacağız. Tamamen aklımdan çıkmış" diyerek çabucak bir bahane uydurup hemen kapıya doğru yöneldim. Portmantodan bilmem kez kaç kere yıkandığını tam olarak da bilmediğim temiz siyah kapşonlu montumu alıp ayakkabılarımı ayağıma geçirerek telefonumu da cebime attıktan sonra kapıyı tam açtığımda "Bu hâlde, bu yağmurda nereye Demirhan?" diye arkamdan telaşla seslenince "Arabamda kapşonlum var. Hadi sonra görüşürüz anne" deyip alelacele evden kendimi dışarıya âdeta attım. Montumu üzerime bir yandan geçirirken bir yandan da merdivenlerden inerken dikkatli olmaya çalışıyordum. Sonuçta durup dururken kafamı gözümü yarmama gerek yoktu değil mi? Anneannemin katına geldiğimde pat diye karşı komşusu meraklı Cezerye teyzenin kapısı açılınca "Demirhan oğlum var mı bir gelin adayı var mı?" lap diye sordu. Baş parmağımla damağımı kaldırıp "Sana da iyi günler Cezerye teyze" dedim korkudan yerinden fırlayan kalbime sakin ol komutu vererek. Elini havada sallayıp diğer eliyle de altın kaplama topuzlu bastonuna tutunarak "Boşver iyiyi günü sen bana gelin kız var mı ondan bahset!" deyince gözlerimi devirip sıkıntıdan iç çektim. "Yok Cezerye teyze yok" dedim merdivene tekrar yönelirken beni kolumdan tutup durdurdu. Koskocaman bir evlilik avcısı teyze gülümsemesi yüzüne yerleştirip "Aaa çok güzel çok güzel. Bak geçen aşağıdaki mahalledeki bir arkadaşımın Euro gününe gittim. Orada tam sana göre boyu boyuna, posu posuna, huyu huyuna, suyu suyuna, kaşı kaşına, gözü gözüne, burnu burnuna..." diye Cezerye teyze sıralamaya başlayınca dur şeklinde elimi kaldırdım ama hiç fayda bile etmedi. "Cezerye teyze izninle anneannemin tansiyon ilacı bitmiş acilen almam için bana emir verdi" dediğimde hızlıca "Aman al oğlum hemen ilacı! Ama sonra da bana gel kızın fotosunu göstereyim. Hem çay içer hem de laflarız bir güzel." dedi bir hışımda çöpçatan Cezerye teyze. Başımı öylesine sallayıp "Tâbi gelirim hâdi tekrar iyi günler Cezerye teyze" deyip merdivenlerden inmeye devam ettim. Resmen beş dakika içinde ayak üstü yalan serisi söylemiştim. Eh bu benim suçum değildi ve buna, beni onlar zorlamıştı bir bakıma. Cezerye teyze bizim mahallenin hattâ tüm Edirne'nin çöpçatan teyzeleri grubunun başkan yardımcısıydı. Başkanı ise tâbi ki de anneannemdi. Başka kim olacaktı ki? Ufaklık ile bana az kısmet bulmamışlardı. İkimizde her seferinde kendimizi zor kurtarmıştık. Tâki hain ufaklık bana yamuk yapıp bir anda Selanikli enişteme kalbini kaptırana kadar bu böyle sürmüştü. Şimdi ise sadece ama sadece bana sarıyorlardı. Resmen "Bekarlık Krallığının" son savaşçısı ve koruyucusu bendim artık. Bunu kaybetmeye niyetim de yoktu. Tahtımın da keyfini doyasıya maç ve cips keyifleriyle ömrümün sonuna kadar çıkaracaktım. Telefonumu cebimden çıkarıp rehberde turlamaya başladım. Arkadaşlarımın bir çoğu hâlâ mesai saatleri içerisindeydiler. Apartmandan çıktığımda yağmur artık yağmıyordu ve etrafa mis gibi bahçemizden herkesin o hasret kaldığı toprak kokusu yayılmıştı. Bunun rahatlığıyla arabama yavaş yavaş yürümeye ve rehberimi dolaşmaya devam ettim. Artık nerdeyse rehberin sonlarına doğru geldiğimde sonunda aradığım kişiyi bulmuştum. Yüzümde kocaman bir sırıtmayla hemen numarayı çevirip açmasını beklemeye başladım. Tam da kafamı dağıtıp beni dinlendirecek kişiydi. Arabama aheste aheste  binerken telefonu açınca "Alo güzelim beş dakikaya kadar sana geliyorum. Bütün programını iptal et. Kesinlikle itiraz istemiyorum." deyip sırıtarak ona cevap hakkı bile tanımadan hemen telefonu kapattım ve kontağa anahtarı takıp çalıştırdım. Ve kendimi onun kollarına doğru gitmek için yollara bıraktım... 🥊🥊🥊

.....................................................................

Hepinize Uzun Bir Aradan Sonra Merhaba 🤗 Biliyorum bayağı beklettim ama fazlaca kararsız bir dönem geçirdim 😂Ama tekrar burdayım 🤓Bu sefer Demirhan yâni  Yumruk Kafa'nın hikayesiyle karşınızda olacağım 😂Biraz hikayede geriye gideceğiz o yüzden de sürprizlere hazırlıklı olun derim 😉Bakalım bizi neler bekliyor hep beraber göreceğiz 😃😂Hepinize keyifli okumalar sevgili okurlarım umarım beğenirsiniz 😊😘 💜

TEK YUMRUKTA AŞK  (KALBİMİN SAHİBİ SERİSİ #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin