Karların, çam ağaçlarının dikenli yapraklarından dökülüp, yeryüzünde dinlendiği vakitlerdi. Fırtına her yeri kasıp kavuruyor, buz gibi soğuk havaya ayrı bir boyut katıyordu. Bembeyaz boyanmış yeryüzü, ilk defa bu saflığa lanet ediyordu.
"Hoseok koş!" diye bağırdı genç adam. "Koş!" En arkada ikisi vardı. Durmadan koşuyorlardı. Nefes nefese kalmışlardı. Solukları havaya karışıyor, dudaklarının arasından beyaz dumanlar süzülüyordu. Hoseok, arkada kalan birer okla vurulmuş atlarına şöyle bir baktı. Bu gözlerinin dolmasına yetmişti ve yaptığı en büyük hata olmuştu. Bir zehirli ok, Hoseok'un sırtına saplandığında Hoseok acıyla kafasını geriye atıp iki dizinin üzerine düşmüştü. Birkaç adım önden giden siyah saçlı genç adam, Hoseok'un acı çığlığını duyduğunda panikle arkasını dönmüş ve en yakın dostuna kocaman gözlerle bakmıştı. "Hoseok." diye mırıldanmıştı zorlukla.
"Git!" demişti Hoseok kendisine bakan arkadaşına. Bu büyülü zehrin çoktan vücuduna yayılmaya başladığını hissediyordu. "Git Yoongi!" dedi haykırırcasına. "Çabuk ol."
Yoongi kafasını iki yana sallayarak, kendilerine yaklaşmaya başlayan at seslerini umursamamış ve dizleri üzerine çökerek Hoseok'a sarılmıştı. "Seni bırakamam ki," demişti boğukça, gözlerinden yaşlar düşüyordu. "Bırakamam ki ben.." Hoseok, derin bir iç çekerek Yoongi'nin ceketini avucunun arasına sıkıştırmıştı. Yaklaşan atlıların sesleri değildi, ölümün sesiydi. Yoongi'nin koluna saplanan bir zehirli ok, ardından karnına, kalbine.. Hoseok'un ağzından süzülen kan ve çaresiz haykırışlar.. Üzerlerine atılan yanan bir meşale ile son bulmuştu.
Yanan ateşi ve haykırışları duyan, önden giden arkadaşlarından başkası değildi. Namjoon, zaten onları bıraktığı için pişmandı. Başlarına bir iş gelmemesi için dua ediyordu. Kanını donduran ölüm gösterisiydi. Geriye bakarak öylece durdu. Jimin ağlayarak ileriye atılmaya çalışıyor arkadaşlarının ismini bağırıyordu. "Yardım gerek," diyip duruyordu. "Yardım gerek Namjoon onlara.."
Jin titreyen elleriyle Jimin'i kavramış ve geriye çekmişti. "Gitmeliyiz." dedi Namjoon'a. "Hadi gitmeliyiz." Namjoon bir kabustan uyanmış gibi irkilmişti. Karın acımasızlığında, soğuk havanın verdiği dondurucu hisle koşmaya devam ettiler. "Jungkook ve Taehyung eve varmış olmalı." dedi Namjoon. Kendini rahatlatmaya çalışıyordu. Yoongi'nin ve Hoseok'un ölmesine inanmak zordu. Hayır, onlar ölmüş olamazlardı. Namjoon'un bedeni titreyerek karların arasına düştüğünde Jimin de ağlayarak yere kapanmıştı. Jin gözlerini kapayarak pes etmiş ve yere oturmuştu. "Kaçamayacağız," demişti. "Daha fazla kaçamayacağız."
Yoongi ve Hoseok'a benzer bir ölüm onlarla buluştuğunda, Jimin ikisinin de elini tutuyor ağlamaya devam ediyordu. Jin ise bir mucize olması için yalvarıyordu. Ortalık yangın yerine döndüğünde, beyaz ve kırmızı buluştuğunda Taehyung ve Jungkook eve yeni varmışlardı.
"Diğerleri de gelmek üzeredir değil mi?" diye sordu Jungkook. Taehyung kafasını aşağı yukarı sallamıştı. Arkadaşları çok üşümüş olmalılardı. Jungkook, ilerleyerek şömineye birkaç odun attı ve tutuşturmak için uğraşmaya başladı. Taehyung ise gezinerek yiyecek bir şey bulmaya çalışıyordu. Yemek masasının üzerinde gördüğü minik not kağıdıyla kaşlarını çattı.
"Jungkook, hayır!" diye haykırdı. "Sakın o şömineyi yakma!"
Fakat, iş işten geçmişti ve iki saniye içinde tüm ev havaya uçmuştu.
×××
Evet, son tanıtımı da yayımladım. Umarım beğenmişsinizdir~ Yeni bölümler için hazır mısınız?💜
Bölümleri yazdıkça kitabı Krystalz'a ithaf etmenin ne kadar doğru bir karar olduğunu düşünüyorum.. :')
![](https://img.wattpad.com/cover/152143444-288-k17272.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fabula seven knights ❅ rosékook ✓
Fanfictionrosekook. Çıkarın en eski yerlerde sakladığınız, sararmış parşömeni.. Anlatın Britanya'yı, Kral Arthur'u, yedi şövalyeyi.. Şayet bir gün bulmayı başarırsan efsanevi kolyeyi.. Hak edersin dillere destan yedi şövalyenin dönüşünü izlemeyi. « başlangıç:...