rosekook.
Çıkarın en eski yerlerde sakladığınız, sararmış parşömeni.. Anlatın Britanya'yı, Kral Arthur'u, yedi şövalyeyi..
Şayet bir gün bulmayı başarırsan efsanevi kolyeyi..
Hak edersin dillere destan yedi şövalyenin dönüşünü izlemeyi.
« başlangıç:...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
➳ ★ ☆ ✰
"Neden moralin bozuk senin?" dedi Lisa bana bakarak. Koluma girmişti ve hala müzede öylece duruyorduk. Bileğimdeki saate baktım. Daha iki saatimiz vardı, öğretmenimiz zamanımızı bize duyurduğunda ucu ucuna yetişeceğimizi düşünmüştüm ama şimdi çok sıkılıyordum. Çünkü aklım hala kapalı olan Camelot ve Kral Arthur odasındaydı. Oraya girmeyi her şeyden çok istiyordum.
"Şu kapalı olan bölüme giremedi ya," dedi Jisoo, benim cevap vermediğimi fark ettiğinde gözlerini devirerek Lisa'yı cevaplamıştı. "Aklı hala orada kalmış olmalı."
"Bence Rose gayet haklı." diyerek öndeki tablolardan birini incelemeyi bıraktı Jennie. "Yunan Mitolojisi ile ilgili bir bölüm olsaydı ve ben oraya giremeseydim.. Sanırım kafayı yerdim." Çok kötü bir şey olduğunu düşünürmüş gibi ürpererek titremiş ve sonra etraftaki şeyleri incelemeye devam etmişti.
"Hayır," dedim kafamı iki yana sallayarak. Doğrusu, yalnız kalmak istiyordum. "Ben hemen gelirim zaten. Bir şey olursa sizi telefonumdan ararım."
Üçü de beni onayladığında Lisa'nın kolundan çıkmış ve iç geçirerek koridorun ters tarafına doğru yürümeye başlamıştım. Açıkçası lavobo nerede hiçbir fikrim yoktu. Sadece biraz gezinerek vakit geçirsem yeterdi. Ne kadar süre boş boş etrafa bakarak dolaştığımı bilmiyorum ama sonunda, yine Kral Arthur ve Camelot'un sergilendiği kapalı bölümün önünde bulmuştum kendimi. Üzgünce dudaklarımı büzerek etrafa baktım. Kameraların açısı ilginç bir şekilde bu bölüme denk gelmiyordu. Belki kapalı olduğu içindi, belki de her zaman böyleydi. Bilemiyorum.
İçeriye girsem mi?
Aniden aklıma dolan fikirle kendi kendime şaşırmış ve etrafa bakınmaya devam etmiştim. İçeriye girersem muhtemelen kimse beni fark etmeyecekti ama bu çok yanlış bir davranıştı. Ne kadar düşük bir ihtimal olsa da eğer yakalanırsam beni hırsız sanabilirlerdi. Riskli bir olaydı. Ama merakım beni o kadar çok kendine çekiyordu ki sanki bir güç odaya girmem için beni itiyordu. Daha önce böyle bir şey yaşadığımı hatırlamıyordum. Bana ne, diyip geçebilirdim ama ısrarla içeriye girmek istiyordum.
Adımlarım yavaşça Kral Arthur ve Camelot bölümüne yöneldiğinde, kırmızı şeritin üzerinden atlayarak müzeyi gezenlerin içeriye girmemesi gerektiğini söyleyen tabelanın yanından geçmiştim. Etraf çok karanlıktı. Bu yüzden ürpersem de sakin olmaya çalıştım. Bir koridordan geçtikten sonra üst taraftaki minik pencereler sayesinde içerisi az da olsa aydınlanmıştı. Derin bir nefes alarak etrafı gezmeye başladım. Burası gerçekten çok güzel bir bölümdü. Kral Arthur ve Kraliçe Guinevere'in minik bir heykeli vardı. Ardından ikisi ve aşkları için yapılan tablolar sıra sıra asılmıştı. Bir kenarda Lancelot, Kral Arthur ve Kraliçe Guinevere'in aşkını anlatan bir yazı beraberinde yine üçünün çizildiği tabloyla asılmıştı. Hemen yanlarındaysa, Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Camelot resimleri bulunuyordu.
İlgi çekici bu bölümü yavaş yavaş gezmeye devam ettiğimde büyükçe yapılmış heykellerle karşılaşmıştım. Etrafları yine kırmızı kurdelelerle çevrilmişti. Şaşkınlıkla yüzlerini inceledim. Tam yedi tane heykel vardı. Acaba onlar yuvarlak masa şövalyeleri mi diye düşünerek, onlar için çizilen tabloları tekrar inceledim. Ama birbirlerine benzemiyorlardı. Sonunda onların kim olduklarına dair bilgilerin yazdığı yazıyı okumayı akıl edebilmiştim.
'Yedi Şövalye. Kral Arthur'un babası Uther Pendragon'ın düşman bellediği, fakat Kral Arthur zamanında ünleri oldukça artan şövalyelerdir. Kral Arthur ile hiç tanışmadıkları düşünülüyor. Buna rağmen Camelot'u koruyan bekçiler olarak süregelmişlerdir. Nasıl öldükleri hala bilinmemektedir.'
Gözlerimi şaşkınlıkla büyüterek yazıyı bir kez daha okudum. Kral Arthur ve Camelot'a çok fazla ilgi duymama rağmen Yedi Şövalye ile ilgili bu zamana dek hiçbir şey duymamıştım. Eve gidince onları araştırmayı aklımın bir köşesine not ettim. Yedi Şövalyenin heykellerini biraz daha inceleyip buradan hemen çıkmam gerekiyordu. Yüzlerine dikkatlice bakmaya başladığımda içlerinden bir tanesine ait kolye ilgimi çekmişti. Kırmızı ve gösterişli bir zümrüt taşından yapılmışa benziyordu. İlginç olanı pencereden yansıyan ışık, kolyenin parlamasına neden oluyordu. Sanki gerçek gibiydi. Parmaklarım istemsizce kolyeyi bulduğunda hafifçe dokunmuştum ama kolye şövalyenin boynundan koparak ellerimle buluşmuştu. Şaşkınlıkla bir kolyeye bir de heykellere bakıyordum. Acaba bu kolyeyi, heykeli yapan adam bilerek mi koymuştu. Kolyeyi nereye koyacağımı bilemeyerek bakakaldığımda, dışarıdan gelen ayak sesleri kendime gelmemi sağlamıştı.
Hızlı haraket ederek geniş masalardan birinin arkasına saklandım. İki kişi içeriye girmişti. Biri kadın, diğeriyse erkekti. "Burası ne zaman açılacak?" dedi kadın olan. Topuklu ayakkabılarının sesleri zeminde yankılanıyordu.
"Haftaya açmayı planlıyorlar. Burası açık olmadığı için müzeye girmekten vazgeçen çok kişi oldu."
"Yazık olmuş."
Ayak sesleri geldiği gibi uzaklaşırken bir süredir tuttuğum nefesimi vermiştim. Saklandığım yerden koşarcasına çıkıp, müzenin ana koridoruna ulaştığımda da derin derin nefesler almaya devam etmiştim. Lisa, Jisoo ve Jennie karşı koridordan bana doğru gelmeye başladığında bir şey olduğunu anlamamaları için onlara doğru yürümeye başladım.
Jennie'ye cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki, Lisa kanımı donduran cümleleri söylemişti. "Boynundaki kolyeyi de nereden buldun öyle? Çok güzelmiş."
Fakat, ben o kolyeyi boynuma takmamıştım.
××
Geç gelen bir bölüm oldu ama umarım beğenmişsinizdir ❤
Hikayede sadece RoseKook çiftinin olmasına karar verdim~